Tam bir gençlik dizisi kıvamında olan, yer yer tebessüm ettirip, yer yer yaşattığı yoğun duygularla hüzünlendiren Tuna Kiremitçi'nin ilk romanı Git Kendini Çok Sevdirmeden çok beğendiğim bir kitap oldu. Bu tarza bayılıyorum.
Bohem bir hayat yaşayan dünya umrunda olmayan Fırat, kaçamak aşk yaşayıp hamile bıraktığı Esra, Fırat'ın ablası Arda, Arda ile Fırat'ın ortak arkadaşı Jülide ve Fırat'ın Istanbullu arkadaşı Ertuğrul arasında geçen sımsıcak bir gençlik romanı. Ha bir de anne var ki dillere destan.
90lı yıllardaki yaşamdan esintiler görebileceğiniz bu şirin romanda kendinizden de bir parça veya parçalar bulacaksınız eminim. O kadar bizden ki karakterler, yaşadıkları atmosferler, çocukluğumuza inip o huzurlu eski güzel günleri yad ettik sayelerinde.
Dostlukların, arkadaşlıkların, yoldaşlıkların, aile kavramının, birlik beraberliğin, en yoğun olduğu dönemlerden bahsediyor bu güzel kitap, özlemle andığımız 90lı yıllar... Ahhh ahh dediğinizi duyar gibiyim, okurken ben çok dedim.
Her şey Fırat'ın kaçamak aşkı ile başlıyor ve soluğu bir anda, Eskişehir'den giderek İstanbul'da alıyor kahramanlarımız. Fırat'ın başı büyük bir belanın içindedir. Bakalım bu beladan nasıl kurtulacak çapkın Fırat efendi...
Ayrıca bir flashback, bir günümüz anlatımı ile de başka bir detayı daha mevcut romanın, tıpkı Arkadya romanlarından aşina olduğumuz gibi. Çok güzel bir anlatım tarzıdır bolca flashback kullanmak.
Arda'nın ağzından dinlediğimiz bu acı tatlı anılarda her birimizin temas ettiği bir nokta elbet vardır. Arda ile Ertuğrul aradan uzun yıllar geçmesine rağmen tekrar denk gelirler, bu sefer hoş bir tesadüf ile birlikte hoş bir sürpriz de beklemektedir Arda'yı...
Mutlaka okumalısınız, sımsıcak, bizden esintilerin var olduğu ergenlik ve yaşlılık zamanlarının harmanlandığı harika bir kitap olmuş, çok beğendim, 10/10 tam puan.