İskenderiye Dörtlüsü

Yazlık başkentin sokaklarında bir kez daha yürürken, ilkyaz güneşinde, -yarı uykulu yarı uyanık - hafif çarpıntılı, bulutsuz mavi bir denizin yanı sıra yeniden yürürken, kendimi ortaçağ söylencelerindeki Adem gibi duyumsadım: Eti toprak, kemikleri taş, kanı su, saçları ot, gözleri güneş ışığı, soluğu yel, düşünceleri bulut olan, dünyanın karışımı bir adam.
Bu korkunç mektuplar üzerine düşünürken, birden, Pursewarden’la, bütün öteki yazarlarla aramdaki ilişkinin gerçek anlamını rastgele buluverdim. Biz sanatçıların, aslında, kovaları elden ele geçirerek bir yangına su taşımak ya da can kurtarma filikasını çekmek için yan yana dizilmiş insanlar gibi acınası bir insan zinciri oluşturduğumuzu anladım. Kayıtsız, bağışlamasız topluluk adına o yalnız yaşamın iç zenginliklerini keşfetmek için doğmuş ve sahip oldukları ortak yeteneğin tıpkı kelepçe gibi birleştirdiği kesintisiz bir insan zinciri.
Reklam
Bunca zaman sonra bunları yazarken her şeyin olup bittiğini, başka türlü değil de böyle olmasının buyrulduğunu kavramak güç değil! Yani bunlar ‘vaki olmuş’ şeylerdi yalnızca - bir görünme, belli olma evresi. Ama senaryo daha önceden bir yerde yazılmış, oyuncular seçilmişti, zamanlama o görünmez yazarın kafasında en küçük ayrıntısına kadar prova edilmişti - belki de o görünmez yazarın kentten başkası olmadığı anlaşılacaktı: İnsanlık durumunun İskenderiye’si. Gelecekteki olayların tohumlarını içimizde taşıyoruz. Onlar içimizde kapalı olarak varlar ve kendi doğalarının yasalarına göre açılıyorlar. İnanmak güç, biliyorum, insan o yazın kusursuzluğunu, onu izleyen olayları düşününce.
Başka insanlar, başka insanların acıları konusunda yeterince bilgimiz olmadığı için o anda en doğru tepkiyi hemen yanımızda hazır bulunduramıyoruz.
Mountolive
Kaldırımlara düşer düşmez eriyen, ama paltoların yakalarında, şapkalarda daha uzun süre kalan dayanıksız bir kar yağıyordu. (Kirpiğe düşen bir kar tanesi dünyayı ansızın bir prizmanın ışıltılı renklerine böler).
“Öznenin bilgisi ya da isteği dışında büyüyen ve canının istediği yere gidip yerleşen, nereden geldiği belirsiz bir kanser tümörü olarak tanımlanabilir bu. Kaç kez ‘doğru’ kişiyi sevmek için boşu boşuna çabaladın, hatta nicedir aramakta olduğu o insanı yüreğin bildiği zaman bile? Hayır, bir kirpik, bir parfüm, akılda kalan bir yürüyüş, ensede bir kırmızı leke, badem kokan bir soluk - senin yıkımını hazırlamak için ruhun aradığı suç ortakları işte bunlar.”
Sayfa 123 - CanKitabı okudu
Reklam
14 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.