“Böylesine bir hayat sevgisinden,
Kurtuluruz korku ve umuttan,
Ve şükrederiz Tanrılara
Şayet Tanrı diye bir şey varsa.
Hiçbir hayat sonsuza kadar sürmez,
Hiçbir ölü dirilmez,
En yorgun nehirler bile
Denizle birleşir güvenle.”
Ona göre yaşam, bir hastanın gözlerini acıtacak denli parlak ve güçlü bir ışığa benziyordu. Bilinçli anlarında etrafındaki hayat ham, parlak bir ışık olarak üzerine çöküyordu. Acıtıyordu. Dayanılmayacak kadar acı veriyordu.
Hayattan hep korktum. Seni yeterince sevmedim. Ama daha çok sevmesini öğrendim. Seni şimdi olduğun gibi, eskiden olduğun gibi, hatta senin sen olmak için geçtiğin yollarla seviyorum.
Burjuvazi korkaktır. Burjuvazi hayattan korkar ve sen de beni yaşamdan korkutmak için var gücünle çabaladın.
Beni bir kalıba sokacaktın, beni bütün değer yargılarının gerçek dışı, yapmacık ve basit olduğu bir kafese hapsedecektin.
Ne yeni bir güç, ne de yeni bir erdem edindim. Zihnim yine eskisi gibi. Edebiyat ve felsefede yeni bir kavram bulmuş değilim. Kişisel değer açısından, beni kimsenin istemediği zamanlar neysem şimdi de oyum. Kafamı kurcalayan şeyse, beni bugün neden istedikleri.
Size hepinizin kokuşmuş ve hırsızlarla dolup taşan bir topluluk olduğunuzu söylüyorum; ama öfkeleneceğinize, ne diyeceğinizi şaşırıyor, abuk sabuk sesler çıkarıyor ve söylediklerimin doğruluğunu kabul ediyorsunuz. Peki neden? Çünkü şöhret oldum ben; çünkü çok param var.