Durum çok korkunç bir hâl alıyordu. Yüz bin kişilik Yunan ordusu, bütün mühimmatı ve levazımı ile, Ankara’ya gelmek istiyordu. Hatta, Ankara’da bazı İngiliz zabitlerine ziyafet vereceklerini söyleyerek onları davet etmişlerdi. Türk ordusu yirmi beş bin kişilikti. Henüz bir mağlûbiyet geçirmişti. Ateş kuvveti Yunanlıların yarısından azdı, nakil vasıtaları çok kıttı, silâhları değerce düşüktü. Bu, son teşebbüstü. Ya son bir taarruza geçmek ya da mahvolup gitmek gerçeği ile karşı karşıyaydık. Fakat, bizler o günü görmeyecektik. İşte, garip bir surette “ben” denilen şeyin tamamen milletin içine karışmış olduğunu en fazla o zaman hissettim. Millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmamın hiçbir önemi yoktu.
Yabancılar demiryolu yaparlarken, bir yandan kendi ülkelerinin çıkarlarına göre hareket etmişler, bir yandan da çeşitli güvencelere sahip kılınmışlardır. Yapılan demiryolları işletmeye açıldığında, belirli bir kar sağlayamazlarsa, Osmanlı hükümeti bu karı garanti ederek yabancılara ödemektedir. Genellikle imtiyaz verildiğinde söz konusu garanti de yüklenilmektedir. Bu garanti kilometre başına kâr esasına dayanmakta, yabancının bu miktardan az kâr sağlamaları halinde, farkı Osmanlı hükümeti ödemektedir.
"Börteçine kurdun adı,
Ergenekon yurdun adı,
Dört yüz sene durdun hadi,
Çık ey, yüz bin mızrağımız!"
Şiirin yazıldığı dönem yakın tarihimizin en karanlık dönemlerinden biridir. Trablusgarp'ı ve Balkanlarını kaybeden Osmanlı Devleti korkunç bir uçurumun kenarındadır. Birinci Dünya Savaşı'nın ayak sesleri ise adeta bütün coğrafyamızda yankılanmaktadır. Hasta adam dedikleri Osmanlı'yı tarihten silmek için birbirleriyle yarışan devletlerin iştahı kabardıkça kabarmakta insanlarımız ise bezginliğin, ümitsizliğin, küskünlüğün pençeleri arasında kıvrandıkça kıvranmaktadır. İşte o günlerde Ziya Gökalp, kendi küllerimizden nasıl yeniden doğacımızı ve yeniden nasıl bir diriliş destanı yazacağımızı bize, Ergenekon'u hatırlatarak anlatır:
"Yurt girince yåd eline
Ergenekon oldu yine!..
Çıkmaz mı bir Börteçine
Nurlanmaz mı çerağımız..."
Elbette bu karanlıklar yırtılacak, çıramız yeniden tutuşacak, kurtuluş meşalemiz elbette parlayacaktı. Lakin bu öyle kolay olmayacaktı.