Diktatörlük, Latin Amerika’nın makus kaderidir. Neredeyse her Latin Amerika ülkesi bir dönem bir diktatör tarafından yönetilmiştir (sanırım az sayıdaki istisnadan biri Brezilya). Bazıları halen diktatörlükle yönetilmektedir, Venezuela gibi. Latin Amerikalıları hayattan bezdiren iki şey vardır; biri ABD diğeri ise diktatörler. Bu büyük soruna
Benim Hüzünlü Orospularım ve maalesef aralarında en beğenmediğim de bu oldu. Neden beğenmedin diye sorarsanız, size şu şekilde cevap verebilirim: Eğer kitabın kapağını görmesem, kimin yazdığını bilmesem, öylece sadece roman metnini elime tutuştursalar ve sence bunu kim yazmıştır diye sorsalar, bu kitabı
Çünkü bu sömürü düzeni o derece aşırıydı ki, onların bedenlerinden önce ruhlarını yok ediyordu. Kurbanları oldukları o şiddet hareketi, yerlilerin direnme iradesini ve hayatta kalma içgüdüsünü yok ederek, onları şaşkınlık ve dehşet içinde felce uğramış birer robota dönüştürüyordu. Pek çokları başlarına geleni, elle tutulur, kim oldukları belli bazı insanların kötülüklerinin sonucu olarak değil, kaçışı olmayan mitsel bir afet, tanrıların bir laneti, ilahi bir ceza olarak görüyorlardı.
Gabriel Garcia Marquez ’in 1947 ile 1955 yılları arasında yazdığı 14 öyküden derlenen bir kitap. Öyküler kronolojik sıra ile yayınlanmış. Ölüm en çok üzerinden durulan tema bu öykülerde. Tüm öyküleri beğendin mi diye soracak olursanız, maalesef hayır diye cevap verebilirim. Aralarında beğendiklerim oldu ama burada ne anlatmış ki dediğim öyküler de oldu.
Gabriel Garcia Marquez deyince aklımıza büyülü gerçekçilik gelmekte. Peki nedir bu büyülü gerçekçilik? İlk başta bu akımdan biraz bahsetmem gerekiyor.
Herkes bu akımın öncüsünü