Tüccar kazanç hırslarıyla sarhoş, gençlik dünya akımlarının peşinde, halk her akşam kendini eğlendiren bedbaht şarkıcının hayranı, okul çağındaki delikanlının kafası istikbalinin yüksek kazanç ve münasebetsiz maaş hesapları ile yüklü, profesör klinik ve özel üniversite ticaretin hastası olmuş, kolejli kızını otomobille Avrupa seyahatine koşturan baba berberini de unutmuyor, eski hükümdar sofralarının israfı her umum müdüre, her büyük gölgeye peşkeş çekiliyor; başkasına değil, kendi kendimize zulüm olan bütün bu afetlerin, bu musibetlerin temizleyicisi, ruhların kurtarıcısı olması lazım gelen din adamı ise mabette ibadet pazarlığı yapıyor; bölük bölük olmuş her biri bir taraftan, ilme koşan gençliğini taşlıyor.
“Çünkü bizim hastalıklı bir hassasiyette olduğu için sık sık zedelenen tüm özgüvenimizin, tüm kibirliliğimizin ve iddialarımızın ve aynı zamanda tüm gösterişimizin ve böbürlenmemizin temelinde başkalarının ne düşündüğünü önemsememiz yatar.”
“Genç hanımlar, diyebilirim, lütfen kulak verin, sıkıcı son şimdi başlıyor, bence sizler utanç verici ölçüde bilgisizsiniz. Bir tek önemli buluşunuz yok. Hiçbir zaman bir imparatorluğu yerinden sarsmış ya da bir orduyu savaşa götürmüş değilsiniz. Shakespeare‘in oyunları da sizlere ait değil ve hiçbir zaman barbar bir kavimi uygarlığın iyi yönleriyle tanıştırmadınız. Özürünüz ne? Dünyanın, her biri trafiğe, işe güce ya da aşka dalmış beyaz, siyah ve çikolata renkli sakinleriyle dolu sokaklarını, alanlarını ve ormanlarını gösterip yapacak başka işlerimiz vardı demeniz doğrudur. Bizim yaptıklarımız olmasaydı, o denizlerde yelken açılmazdı, o verimli topraklar birer çöl olurdu. İstatistiklere göre şu anda var olan bir milyar altı yüz yirmi üç milyon insanı, belki de altı ya da yedi yaşına kadar, doğrup, besleyip, yıkayıp eğittik, kimilerimiz yardım gördükse de bütün bunlar çok zamanımızı aldı.”