Mezar taşlarının üzerindeki yazıları okurdum. Altında yatanın nasıl biri olarak yaşadığını hayal etmeye çalışırdım. Tabii bir mezar taşının karşısında durmak kitabı son sayfasından açmaya, filmin son kaesini yakalamaya benziyordu. Ne olmuşsa olmuş, ne yapmışsa yapmış, buraya, bu mezarlığa gelmiş ve kendini gömdürmüştü... En azından kesin olan bir şey vardı bu hiç tanımadığım adamda ya da kadında. O da nefes almadan toprağın altında yıllarca durabiliyor olması, yani ölü olması. Bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana, hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü.