m

Musa Anter

0 üye
Babamı ayakta görmedim. Zaten çocukluk hatıramda yazmış­tım, hep annemi gördüm. Bazen bana sorarlar, “Sen bugünkü po­litik ve edebi hüviyetini nereden aldın?” diye. Çekinmeden diye­ bilirim ki, okuryazar olmayan annemden aldım. Bana sık sık şöyle bir tembihi vardı: Lawo tu carî li bexte Tirkan û Ereban ewle mebe” (Oğlum, hiçbir zaman Türklerin ve Arapların sözlerine güvenme.) Ayrıca bana daima erkekliği, mertliği ve halkıma acı­mayı telkin ederdi. Annemin bu hareketini, Kürdistan’ın Şirvan Prensliği son beyi Salih Beg’in oğluna verdiği şu nasihatına yakış­tırıyorum. Malum, Salih Bege Şirvani’nin bir Kürdistan Tarihi ve divanı vardır. Takma adı da Ahraz (Sağır)’dır. Bir şiirinde oğluna der ki: “Salih digot kure xwe Emanete feqîre Peşî dest bi îlm bike Paşe bike neçîrvan Geft û xebate xwe bik Ne wek bav û bapîre” (Salih oğluna der ki Fakirlere mukayyet ol Önce ilme başla Sonra av ve eğlenceye Çalış, didin Ama baban ve ecdadın gibi değil.) Burada Salih Beg demek istiyor ki, “Biz hatalıydık, sen bizim gibi değil de halk yararına çalış.”
Kürtlerin yılbaşısı, Miladi 1 Ocak’tan on üç gün sonradır. Bu, tüm kırsal bölgelerde böyle kutlanırdı ve hâlâ da kutlanmaktadır. Kürtlerin asıl yılbaşısı olan Newroz (yeni gün) daha ziyade bir kurtuluş bayramı olarak kabul edilir. Mitolojik Kürt kahramanı Kawa’nın zulme başkaldırışının ve zalim Sami Dehhak’ın boyun­duruğundan Kürtleri kurtarmasının sembolü olarak kutlanır. Es­ki tarihlerde Kürtler, Newroz’u yılbaşında, Kawa’nın kurtuluş bayramını da 31 Ağustos’ta kutlarlardı. Sonra 31 Ağustos’tan vaz­geçilmiş. Şimdi, eski hesapla 8, yeni hesapla 21 Mart gecesi kut­lanıyor. Tüm Arap, Bizans, Ermeni ve Fars kaynaklarında, “İdi Kürd”, yani Kürt bayramı denmektedir. Bugün Ortadoğu’da Türk, Arap ve Farsların Newroz’dan nefretleri buradan kaynak­lanmaktadır.
Reklam
Yıllar yılları takip etti, devir değişti, halk değişti: “Dinya bû hikûmet, Kurmancî rabû.” (Dünya hükümet oldu, Kürtlük kalktı.) Artık Cumhuriyet teşkilatlanıyordu. Yeni nahiye, kaza ve vila­yetler kuruluyordu. Köylere serbestçe jandarma, tahsildar ve di­ğer memurlar gelebiliyordu. Üstelik bu sefer de, daha önce gire­medikleri yerlere zulüm yapıyorlardı. Köy bizimdi, babam yoktu ve ailede köyü temsil edecek erkek de olmadığından, annem kö­yün muhtarlığını da yapıyordu. Ama ne köyde, ne de bölgede tek kelime Türkçe bilen adam vardı. Tahsildarlar yerli oldukları için onlarla anlaşmak kolaydı. Fakat jandarma gelince felaket başlar­dı. Ne istediklerini bir türlü anlayamıyorduk; tavuk mu, yumur­ta mı, kuzu mu, para mı veya karakolları için odun mu istiyorlar­dı, bilemiyorduk. Bilmeyince de köylü dayak ve küfür yiyordu. İstedikleri her şeyi vermeye razıydık ve adet böyleydi; hükümet budur zannediyorduk. Ama bu dil meselesi bizi perişan ediyor­du. Hele annem mahvoluyordu. Sırf jandarmanın ne istediğini anlamak için beni okula gönderip Türkçe öğrenmemi istiyordu.
Mehmet mihri hilav
Hem eski İlahiyat Fakültesi profesörü, hem de avukattı. Dina­mik, alim, avcı, şerefli bir Kürttü. Süleymaniye Kürdü idi, ama Kurmanciyi de güzel biliyordu. Zaten Mehmet Mihri’nin bilmediği dil yoktu sanki. Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca ve Kürtçenin tüm lehçe ve şivelerine hakimdi. Dicle Kaynağı’nı çıkar­dığımda bana yedi tane yazı verdi. 1957 yılında vefatına kadar Irak’ta çıkan Jîn dergisine de muntazaman yazı gönderiyordu. Mehmet Mihri Bey, aynı zamanda avukatımdı da. Fırat Talebe Yurdu’nun aleyhine açılan bir tahliye davasında, mahkemedeki babacan ve insani tutumuyla hakimi etkilemiş ve davayı kazan­mıştı. Müdafaası, aşağı yukarı şöyleydi: “Hakim Bey, bu çocuğun ne kadar insansever olduğunu bilemezsiniz. Yüzlerce fakir fuka­ ra bu yurtta yetişmiş ve halen de yetişmektedir. Şimdi bu çocuk­ların yurdunu ve yuvasını dağıtıp, binayı bu parababalarına mı teslim edeceksiniz? Sizin vicdanınıza bırakıyorum..” Hakim düşünmüş ve Mihri Bey’in insanlığına iştirak etmişti. Parababası, Bursalı fabrikatör İbrahim Yörük ve onun avukatı Yahudi köken­ li meşhur Reşat Atabek pis pis mahkemeden ayrılmışlardı.
Abdurrahim Rahmi Zapsu ve Halil Hayali Modan (Motkî)
Rahmi Zapsu, şair ve yazardı. Hemen hemen o dönemde çıkan tüm dergilerde çokça milli ve dini şiir ve yazıları vardır. Hatta öyle ki, Jîn’de “Memê Alan” adlı, mitolojik ve milli Kürt edebiyatından esinlenerek iki perdelik bir piyes de yaz­mıştır. Ayrıca, İstanbul’da Doktor Abdullah Cevdet, Aziz Baban ve Ziya Gökalp’le, Sultan Mahmud türbesinin
Modern bir uygarlık böyle mi kurulur?
Bütün bunları bir insan düşmanlığı, kini, hatta Muhammed’in dininde olduğu gibi bir kısası çağrıştırmak için değil, sırf gelecek insan nesilleri bu tür olaylardan nefret edip bir daha böylesine canavarca hareketlerde bulunmasınlar diye yazıyorum. Aynı üs­teğmen, utanmadan ve kendisinin de bir kadından olduğunu dü­şünmeden, on iki-on üç yaşında Dersimli masum bir Kürt kızının birçok subay tarafından ırzına geçildiğini ve kızımızı o şekilde şehit ettiklerini de anlattı. Kimbilir, belki o subaylardan seneler­ce Kürdistan’a ordu ve kolordu komutanları atandı.
Reklam
52 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.