Yürümüşlerdi, insanlar. Şarkı söylemişlerdi ve öldürmüşlerdi. Kan rengiydi ve yüreklerinde tek aşk vardı, her türlü şiddet meleğiyle birlikte göğüs göğüse savaş aşkı. Ve aşkları öyle kibirli, şen şakrakça yabanıl ve acımasızca bir büyülenmeydi ki insan olduklarını unutmuşlardı. Kendilerini insanlardan öte görüyorlardı, oysa yürekleri gurur ve nobranlıkla bağlanmış, alınları kara ibarelerle donatılmış, bedenleri silahlarla zırhlanmış birer savaşçıdan başka bir şey değillerdi.
Kuru kafaydı yollarını çizen ve şeytanın şarkısıydı söyledikleri kahkahalarla.
Sayfa 264 - Sel & Beşince Gece: Küllerin GecesiKitabı okudu
...bunca şeye rağmen babamın dudakları mühürlenmişti sanki; bana bir kez olsun Holokost'tan ve eski ülkesine dair herhangi bir şeyden bahsetmedi.
Ona Tanrı'ya inanıp inanmadığını sormuştum, o da "Holokost'un ardından kim Tanrı'ya inanabilir ki?" diye karşılık vermişti.
Yineliyorum, bizler, biz hayatta kalanlar gerçek tanıklar değiliz. Bu, yavaş yavaş başkalarının anılarını okuyarak ve yıllar sonra kendi anılarımı yeniden okuyarak farkına vardığım rahatsız edici bir gerçek.
İnançsız biri olan ve Auschwitz'de geçirdiğim süreden sonra iyice inancını yitiren ben seçilmiş birisiydim. Tanrının inayeti ne mazhar olmuş, selamete ulaşmıştım. Neden özellikle ben?
Ancak ister alçak ister kahraman, ister alçakgönüllü ister kibirli olsunlar Almanların eline düşen Yahudilerin yazgısı tek bir yazgıydı. Ne mektup ne de vagon Yahudilerin kralı Chaim Rumkokwski'yi gaz odasından kurtarmaya yetti.