O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.
Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.
Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.
Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
Böylesi bir
Tacın tahtın sorgucun içinde sevgili bulmak arzusundan vazgeç, gel seninle sarayların damında deve arayalım. Sadağımızdaki son oku çekelim, pazumuzdaki son takatle gerelim yayı, ava giderken av olalım gel seninle. Bir âhunun yaralı bakışları bize de haykırsın ‘sen bunun için yaratılmadın’ diyerek.
Ne için yaratıldığımızı arayalım sonra, bulduğumuz cevapla bir kez daha yıkılalım kalbimizin üstüne. Gel bir çobanın abasına satalım bütün saltanatımızı. Üstümüzdeki aba dile gelsin sonra, ‘Ne ki O zannedersin, o da O’na perdedir’ diyerek. Söz tutalım biz de, ellerimizi arayalım bütün perdeleri, bir de bakalım ki ellerimiz perde olmuş bize. Ellerimizden vazgeçmemiz gerektiğini fark edelim, fark edeni terk etmemiz gerektiğini idrâk edelim, idrâk eden varsa
yokluk tamam değil deyip terk edeni de terk edelim, elimizde bir terk kalsın en son, bir de bakalım ki terkten bir perde yüklemişiz hiçliğimizin terkisine…