o

Ortadoğu

1 member
Savaş sonrası Fransız hâkimiyetine bırakılan Suriye ve Lübnan'ı kapsayan Bilad-ı Şam bölgesi, tarih boyunca farklı etnik ve mezhebi grupları bünyesinde barındıran kozmopolit bir merkezdi. Osmanlıların yerel güçlerle işbirliği yönündeki politikaları uyarınca, Şam ve Halep gibi şehirlerdeki Sünnî eşraf, uzun bir süredir yönetimde söz sahibi konumundaydı. I. Dünya Savaşı sonrasında Suriye'de bir krallık kuran Faysal'ın iktidarı da bu yerel güçlerin onayını almıştı. 1920 yılında Faysal'ı ülkeden çıkartan Fransızların bölgedeki idari taksimatı ise azınlıkları yönetime ortak ederek bütüncül bir Suriye konseptinin oluşumunu ve Arap milliyetçiliğinin güç kazanmasını engellemek esasına dayanıyordu. Bu doğrultuda Şam ve Halep bölgelerinde ayrı iki yapı, İskenderun bölgesi için ayrı bir yapı, Lazkiye'deki Nusayriler ve Şam'ın güneyindeki Dürziler için de ayrı birer siyasi yapı inşa eden Fransa'nın manda tecrübesi, temel olarak Suriye'yi bağımsızlığa hazırlamaktan çok, kendi idaresini sağlamlaştırmak amacına hizmet etmekteydi. İdarenin çeşitli kademelerinde yerel halk bulunmakla beraber karar mekanizmalarının tamamında Fransız askeri yönetiminin etkinliği hissedilmekteydi.
Sayfa 115 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
I. Dünya Savaşı'nın akabinde, İngilizlerin dizayn ettikleri Irak Haşimi Krallığı, batılı manasıyla bir ulus devlet olabilmek için fazlasıyla bölünmüş durumdaydı. Ülkedeki bölünmüşlüğün temeli etnik olduğu kadar dini ve mezhebi ayrılıklara da dayanıyordu. Büyük çoğunluğu Sünnî olan, ülkenin kuzeyindeki Kürt ve Türkmen nüfus ve Araplar ile Irak nüfusu içerisinde çoğunluğu oluşturduğu düşünülen güneydeki Şii Arap nüfus arasında yaratılan gerginlik, Irak toplumunun homojen bir bütünlük içerisinde düşürülmesini imkansız kılıyordu.
Sayfa 126 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
Reklam
XIX, yüzyılın ilk yarısındaki birinci nesil İslamcıların ve İslamcılığın temel kaygıları Batı karşısında İslam'ın üstünlüğünü ispatlama ve gerçekleştirme şeklinde gelişmiştir. Bunlara göre Batı'da var olan ve olumlanan değerler aslında asırlar öncesinden itibaren İslam'ın kendisinde zaten var olan değerlerdir. Bu nedenle bunlar yeniden diriltildiğinde Batı'nın ele geçirmiş olduğu askeri ve siyasal üstünlük sona erecektir.
Sayfa 24 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
Humus'taki askeri akademi çıkışlı Nusayri, Dürzi, İsmaili ya da Hıristiyan subaylar için Baas ideolojisinin kapsayıcı milliyetçiliği ve kent karşısında kırsalı öne çıkartan sosyalist eğilimli ideolojisinin kendilerine oldukça yakın gelmesi, ileride iktidarı ele geçirecek azınlık askeri kadrolarının hemen hemen tamamının, Baas ile ilişkide olmaları sonucunu doğurmuştur. Bu durum, Suriye'de iktidarı elinde bulunduran geleneksel Sünnî eşrafın tepkisini çekse de olayın mezhepsel boyutundan ziyade sosyo-ekonomik boyutunun o yıllar açısından daha önemli olduğu görülmektedir. Zira Baas'ın büyük oranda militaristleşmeye başladığı altmışların başına kadar orduda kritik mevkilerin hemen hemen tamamında Sünnî isimler yer almaya devam ediyordu ve Baas'ın sosyalist ideolojisi, şehirli toprak sahipleri açısından ekonomik ayrıcalıklarının tehlikeye girmesini ifade ediyordu.
Sayfa 119 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
Günümüzde birçok İslamcı grubun söyleminde temel motivasyon unsuru olarak kullanılan Filistin toprakları, kendi düşünsel ve örgütsel potansiyelini üretme konusunda çok da zengin sayılmaz. Başlangıçta ulusal bir direniş hareketi olarak ortaya çıkan Filistin'deki mücadele, bazı İslamcı liderlerin kontrolünde yürütülmüş olsa da modern anlamda İslamcı bir hareket değildir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dönemin koşullarından kaynaklanan anti emperyalist motivasyonla daha çok sosyalist ideolojinin biçimlendirdiği bir harekete dönüşmüştür. 1991'de Soğuk Savaş'ım sona ermesi ve bu ideolojik motivasyonun gücünü kaybetmesi ile birlikte ise Filistin'deki mücadele yeniden İslamcı düşüncenin başını çektiği bir düzleme oturmuştur.
Sayfa 46 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
Batı için daha zengin ve güçlü bir dönemi müjdeleyen modernleşme çağı, Müslümanların coğrafyası açısındanı büyük ölçüde askeri mağlubiyetler ve iç sorunları tetiklemiştir. Bu nedenle düzeltilmek istenen şey esas itibarıyla devletin gücü ve yeniden eski zafer dolu görkemli günlerine döndürülmesi olmuştur. Bunu yaparken İslamcı düşüncenin temel hedefi, gelenek ile moderniteyi bir şekilde uzlaştırmaktır. Böylece geleneğin vazgeçilmez unsurları ve inanç ile ilgili bölümleri korunmaya çalışılırken, modernizmin getirmiş olduğu yeni koşullar da bir şekilde bunlarla birleştirilmeye çalışılmıştır. Nihayetinde "gele- nek", "Batı" ve "modernizm" üçlüsünden alıman ödünç ilkeler bir potada eritilerek İslami bir aktivizm oluşturulmuştur.
Sayfa 23 - KUTADGU YAYINLARIKitabı okudu
Reklam
82 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.