Görüyorsunuz ki mevzuda mevzu denecek bir vak'a yok. Romanda mevzu ve vak'a arayanlar bu kitabı Mualla gibi "berbat" diyerek yarıda bırakmışlardır. Bu romanda, mesela Reşat Nuri'ninkiler gibi okuyanı alıp götüren vak'a akışı yoktur. Bu romanda yine, mesela Halide Edip'inkiler gibi ruhun hummalı ihtirası da yoktur. Bu romanda baştan sona kadar kül halinde bir vahdet de yoktur. Baştan o kadar işe karışan Mualla, sonra açıkta kaldı. Vildan nedir? Müellife âşık mı? Aylarca o kadar redde uğradığı halde yine müelliſi davetten çekinmediğine göre bütün izzetineſsini, kadınlık gururunu, herşeyini bu adam uğruna ayakları altına alacak kadar âşık. Fakat bir gecelik mülakat, ilk ve son mülakat, birkaç felsefi lâf üzerine bütün bu aşkı bırakıp gidecek kadar da hiç âşık değil.
Bütün bunlara rağmen, eseri yine elimizden bırakamıyoruz. Bu cazibe nereden geliyor? Cazibe ne şahısların canlılığından, ne de bohem hayatlarının tasvirindeki realiteden, ne şundan, ne bundan değil, cazibe eserdeki kısım kısım ve parça parça güzellikten geliyor. Kendi başlarına çok diri birer küçük hikâye olacak ayrı ayrı parçaları okurken, onların birinden diğerine atlıyoruz. Müellif bu ayrılıkları hissettirmemek, eserine umumi bir vahdet edası vermek için fasıl başı filân ayırmamış. Amma eserin kendi hep ayrı ayrı. Onun için bu eseri okurken her kısımda ayrı ayrı durmalı. "Acaba ne oldu, ne olacak?" deme, hangi parçadaysan o parçanın içinde düşün: Eserden o zaman memnun kalacaksın.