Ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesabına olan muhabbetlerin; dünyada belaları, elemleri, meşakkatleri çoktur. Safaları, lezzetleri, rahatları azdır.
Dünyayı ve ondaki mahlukat-ı mana-yı harfiyle sev. Mana-yı ismiyle sevme. “Ne kadar güzel yapılmış.” de. “Ne kadar güzeldir.” deme. Ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme. Çünkü bâtın-ı kalp, âyine-i Samed’dir ve ona mahsustur.
Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti cihetiyle; "O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenavülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in'amıdır. Onun emrini bekliyorum." diye nimeti nimet bilir; bir şükr-ü manevî eder.
Madem meşru dâire; ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine, safâlarına, keyiflerine kâfidir. Gayr-ı meşru daireye girme. Çünkü o dâiredeki bir lezzetin bazen bin elemi var.
Hem hakikî ve dâimî lezzet olan iltifatât-ı Rahmâniye'yi kaybetmeğe sebeptir."