Oğlunu ayağındaki "ben"den teşhis etmişti. Doğumundan beri ayağında duran o siyah leke şimdi de son, aslında belki de tek vazifesini yaparak "Bu Yasin'dir" diyordu.
Bu oğul Yasin... Çocuk Yasin... Genç Yasin... Yiğit Yasin... Yürek Yasin... Göz bebeği Yasin... demişti. Şimdi de son şahitliğini yaparak burada yatan kişi "Şehid Yasin" diyordu.
"Babam, sen dur kurban olduğum!" diyerek babasının ayaklarını sabunlayarak elleriyle yıkayan evlattı Hüseyin.
Ah evlat... Ah yürek... Ah yiğitt!..."
Ağlıyordu. Yüreği alev alev yansa da sesini zoraki yükselterek:
"Allahu Ekber, Allahu Ekber! Dört çocuğum var, hepsi Allah yolunda kurban olsun. Allah'ım! Hüseyin'im mazlumdu. Mazlumlara yardım etmek için oradaydı. Şehadetini kabul et! İnna lillah ve inna ileyhi raciûn!" diyordu içeriye yürürken.
Hep kitaplarda okudukları, bazen gördükleri, dua dua yakardıkları şehadet böyle bir şeydi demek! Öyle bir akşam vakti ansızın geliyordu. Öyle büyük şeyler yapmadan. Samimi, imanlı, iyilik dolu bir kalp ile isteyene nasip oluyordu. Birkaç poşet kurban etiyle... Onlar mazlum gönülleri almaya talip olmuşlardı. Allah onlara ücret olarak şehadeti veriyordu. Bu küçük işe ne yüksek ücretti böyle! Bu ne kârlı bir alışveriş ne mutlu bir gündü! Artık buradan sonra cennet vardı.
✿✿✿
Şahadet... şehitlik... Nedir şu şehitlik? Yalnızca ölmek midir vatan vazifesi uğruna? Yitip gitmek midir savaştığı topraklarda? Kefensiz gömülmek, düşman eliyle öldürülmek midir?
Değil... hiçbiri değil. Şehitlik, şahit olmaktır. Küfrün hücumuna şahit olup, şehadetler getirerek bu hücuma hücum ile mukavemet etmektir. Şehitlik bir asker anasının gözündeki yaş değil göğsündeki şereftir.
İnsan evvela şehadetle Müslüman olur. Şahit tutar kendini Allah'ın varlığına ve birliğine. Dahası Aftâb-ı Kureyş'in peygamberliğine.
✿✿✿