Bu şehir hiç bu kadar mutluluk dolu gelmemişti Ayşe'nin gözüne. Annesi, anneannesi ve babaannesinin söyledikleri aklındaydı.
Aşk..
Ne zaman onlar gelse, sohbet etseler kafası karışırdı ipe sapa gelmez şeyler söyledikleri olurdu bazen dedikleri değildi zaten onu bu kadar dibe çeken.. Yaşadıklarıydı.. Üçünün de hikayeleri acı doluydu. Yani onlar varlıklarıyla karıştıyordu Ayşe'nin zihnini. Bu yüzden şarmaş dolaş çiftleri gözlerindeki o hiç bir şey takmayan mutluluğu görünce bakışlarını kaçırdı. Fakat ne kadar kaçabilirdi ki insan? Ne kadar kaçabilirdi aşktan? Aşk mı? Bazı kelimeler anlamlarını kaybederdi bazen, düşünürken yada söylerken garipserdi onları. Sanki ilk defa söylüyormuş yada
yanlış söylüyormuş gibi gelirdi.
Dayak yiye yiye bu şehirde yaşamayı öğrenecekti. Hep tetikte olacaktı. Yasaktı dalgınlık. Daldı mı, büyük şehir insanı kornalar, çanlar, küfürler, gıcırtılar, çapmalarla kendine geliyordu.
Az önce kumarhanenin yakınında ona rastladığımda yüreğim öyle bir çarpmaya başladı ki, yüzüm bembeyaz oldu herhalde. Fakat o da bensiz yaşayamaz! Bana ihtiyacı var, yoksa...
“Kentlerin ve kasabaların daha eski, daha plansız mahalleleri cidden orman gibidir ve bizi çözmeleri, akıl karıştırmaları, açmaları, kapamaları, şaşırtmaları, hoşnut etmeleri özellikle, içimizden bu geçiş biçimleri sayesindedir. Yirminci yüzyıl mimarisinin yaptığı tüm aptalca hataların en aptalcası daha gösterişli kent planlarında bu çok eski modelin unutulmasıdır. GEOMETRİK, ÇİZGİSEL KENTLER GEOMETRİK, ÇİZGİSEL İNSANLAR YARATIR; ORMAN-KENTLER İNSAN YARATIR.”
"Biz betonlaşmaya, gavurlaşmaya, beton kültüründen sonra başladık. Faniliğimizi kaybettik. Ahşap, böceklerede yaşam alanı sağlar. Bakın tabiata ve bütün canlılara saygısı olan toplumlarda beton kullanılmaz. Ahşap yoksa kerpiç, olay bu… "
İnsanların mükemmel olmadığını ve bir şehrin insanlarını yansıtması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu kadar hassas tasarlanmış bir şehir ona gizlemek istediği bir şey olduğunu düşündürüyordu. Gözden uzak tutulan daha sevimsiz bir taraf.