Aşk, insanı kirinden pasından arındıran, yakarak temizleyip güzelleştiren, onu insan yapan, güzel insan yapan bir şey olsa gerek. Kendinden fazla sevmek... Mertebe üçtür sevmede; muhabbet, aşk, dert. Muhabbet odur ki görmekle memnundur sevdiğini, görmezse kaydında değildir. Görünce "A çok özlemişim" der. Aşk sahibi görmekle memnun, görmezse mahzun. Aşkın da ileri derecesi derttir ki görse de mahzun görmese de mahzun. "İnsan hakkıyla sevdiği zaman fâni olur" diyor Muhammed Masum Fârûkî hazretleri, İmâm-i Rabbânî hazretlerinin evladı. Yani seven kaybolur (gülüyor), yalnızca sevilen kalır. Aşkta hedef o. Şekerin çayda erimesine benzetmişler. Erir kaybolur şeker, var mı? E var, yok mu? Yok. Öyle sevmek lazım derler.
İmanı özümsemiş, Rabbinin kudreti
karşısında acizliğini hissetmiş, kulluğun
bilincine varmış bir insan kendisini
köleleştiren dünyevi unsurların bir değeri
olmadığının farkına varır. Dünyanın
aldatamadığı kimseler de ancak bu
kimselerdir.
Allah Teâlâ bu alemde yaratma fiilini sebepler vasıtası ile yapmayı âdet edinmiştir. Buna âdetullah denmektedir. Kulun edebine düşen Allah Teâlâ'nın bu adetine uymaktır. Bu, kula gereklidir. Allah Teâlâ'nın mecbur olduğu bir şey yoktur. O dilediğini sebep ile dilediğini sebepsiz yaratır. Hatta sebepleri yaratmadan sonucu yaratan O'dur.