Kiyarüstemi'ye göre, tabii varlıklar tabiattan ayrı kalamazlar, aksi halde intihara yönelirler. Kirazın Tadı, aynı zamanda, hayatın dayatma ve zorlama değil de bir seçim olduğunu hatırlatıyor.
Tarkovski sinemasında yeniden görmeye ve duymaya başladığımız şeylere istemsizce tekrar tekrar bakarız. Onun filmlerinde izleyici için takdir edilen zaman oldukça lütufkârdır. Zamanın sinemasal anlamda genişlediği, düşünmeye, idrak etmeye, içsel devinime yer açan bir anlayıştır bu.
"Bazen çok iyi yazılmış bir kitabın sinemadaki karşılığı o kadar oturmuyor, olmuyor. Yani dilin muhteviyatı, kelimelerin yarattığı atmosfer, olay örgüleri vs. olamayacağını gördüm."
Luis Bunuel ve Tarkovski sinemasını birbirine bağlayan ortak özellik, her ikisinin de sanrı, rüya ve kâbuslardan oluşan hayal dünyası ile gerçeklik arasındaki sınırları yıkmalarıdır.
Kiyarüstemi'nin sineması ile belgesel film ustası Jean-Luc Godard'ın sineması arasında paralellikler kurulmaktadır.
Fakat Godard'ın görsel ve sözel imgeleri, anlamını geri dönülmez bir biçimde yitirmiş, belki de özünde saçma olan bir hayatın aldatıcı sahteliğini yansıtmaktayken, Kiyarüstemi'nin imgelerinde şiddetlenmekte olan hiçlik duygusu, kendi ifadesiyle ümit uyandırmaktadır. O, filmlerinde, mutlu yaşamanın delillerini bildiğini hissettirmekte ve insanın henüz ölmediğine seyirciyi inandırmayı başarmaktadır.
Kiyarüstemi filmleri, hayatın ikinci kez canlandırıldığı filmler olarak da görülmektedir. Hayat ne kadar indirgenebilirse, şiir de o ölçüde indirgenebilir.