Yaşamlarımız bireysel hadiselere dönüşecek şekilde işlenmiştir ve bireyselliği aşan etmenlerin dikkatini çekmek, tercihlerin ve kendimizi içinde bulduğumuz koşulların sorumluluğunu inkar etmek olarak düşünülür.
"Bu kavmin, tarihi bu topraklara bağlı olan çocukları aynı tarzda onu müdafaa etmiş ve canlandırmışlardır; onlar tarihlerinden, bu tarihi büyütecek ve şereflendirecek tarzda hareket etmek mecburiyetine vâris olmuşlardır.
Fakat kendilerinin olmayan bir eserden asla mesul olmayarak, bir uzva bulaşan mikroplar gibi, tufeylî olarak ondan istifade etmek için, bir gün bu topraklara gelen yabancılar onu sonunda çökmeye ve harap olmaya mahkûm ettiler. İlk zamanın bütün medeniyetleri hep böyle yıkıldılar."
...
Onların şuurlarını zayıflatarak vicdanlarını köreltmekte, bizzat sahip oldukları bir memleket ve tarih karşısında mesuliyetlerini yok etmekle işe başladılar."
Her tepkimizin sorumlusu olarak başkasını gösterip: "Sen öyle olduğun için böyleyim" diyerek, çocuklara: "Tepkilerinden başkalarını sorumlu tutabilirsin" mesajı veriyoruz. O kadar başkalarını suçlayarak yol alıyoruz ki, sorunu çözmek aklımıza gelmiyor. Peki, gösterdiğimiz tepkilerden biz sorumlu değilsek, "Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever." (2/Âl-i İmran, 134) âyetini hayatımızın neresine koyacağız?
“Sorumluluk alamayan insanlar boş olur. Bir de hak talep ediyorlar. Sorumluluk duygun yoksa hak talep edemezsin. Çünkü hakkın temelinde sorumluluk vardır. Aksi de mümkün değildir.”