Vaktin birinde bir derviş gelip gönül ehli bir zâta sual etti;
"Efendim'' dedi ''bir insanın akıllı olduğunu nasıl anlarız?"
"Konuşmasından." dedi o zât.
"Peki ya'' dedi derviş, şeyhin bir açığını yakalamış gibi düşünerek ''peki ya hiç konuşmazsa?"
Tebessümle karşılık verdi o zát ''Henüz" dedi ''o kadar akıllısını ben de görmedim."
"Demiri nasıl tavında dövmek gerekiyorsa, çekiç darbelerini nasıl soğutmadan indirmek gerekiyorsa, her kelimeyi de öyle tam zamanında söylemek gerekiyordu. O anı geçirince söz soğuyor, katılaşıyor, insanın yüreğine taş gibi oturuyor ve bu ağırlığı kaldırıp atmak hiç de kolay olmuyordu."
Dedi ki: (21)
(Sözümün akışını bozup güzel cümleler aramaktansa, güzel cümleleri bozup sözümün akışına uydurmayı daha doğru bulurum. Biz, sözün ardından koşmamalıyız; söz bizim ardımızdan koşmalı ve işe yaramalı. Söylediğimiz şeyler, sözlerimizi almalı ve dinleyenin kafasını öyle doldurmalı ki, artık kelimeleri hatırlayamasın. İster kağıt üstünde olsun ister ağızdan; benim sevdiğim konuşma, düpedüz içten gelen, lezzetli, şiirli, sıkı ve kısa kesen bir konuşmadır. Güç olsun zararı yok; süsten özentiden kaçsın, düzensiz, gelişi güzel ve korkmadan yürüsün. Dinleyen her yediği lokmayı tadarak yesin...)