Koro halinde susuluyordu ve yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanır olmuştu insanlar. İncelik yalnızlığa dönüşe dönüşe bitmişti. Şiddetin coğrafyasında elbette gökyüzü bir lükstü ve ancak yağmur yağınca anımsanıyordu.
Büyük bencilliğimiz bu bizim: Aşk, ölüm, gökyüzü, ağaçlar, gözyaşı, bedenin buğusu, rüzgârların çağrısı, sokaklar, çocukların aklı, zamanın soluğu... yazmışsak bizim olmuştur.
Ağzımızdan çıkan hiçbir sözün kaybolmadığını, başımızın üstünde dönüp durduğunu, bize, söylendiği günkü duygu yüküyle gösterebilecek tek bir insan yaratımı vardır: Edebiyat.
Dünya yüzünde insanların bir gün içinde birbirlerine söyledikleri sözlerin kapladığı o büyük boşluğu gözlerimizin önüne birazcık getirebilirsek, edebiyatın büyük yalnızlığını da anlamış oluruz.
Biz, hayatımız boyunca birden çok kadını ya da erkeği severiz ama bunu tek bir kadın ya da erkek imgesine dönüştürerek yazarız. Yoksa dünyada ne aşk olurdu ne edebiyat.
SİTEM TAŞLARI
.
Altını çizdiğim çok satır oldu keza bu kitabı biran önce okuyup bitirmeyin,sindire sindire yavaş yavaş okumak daha bi tad verecektir eminim.Yani diyeceğim şu ki başucu kitaplarına eklenecekler arasında.
.
Kitap üç bölümden oluşuyor.İlk iki bölümde birçok farklı konu ele alınırken, son bölüm şiire ve şairlere ayrılmış. Şiir yazma konusu farklı açılardan ele alınırken,ünlü üstadların şairlerin,yaşam öykülerine ve eserlerine de yer vermiş kitap.
Şükrü Erbaş'ın eserleri gözükapalı seçilip okunacaklardan.Tavsiye ediyorum eserlerini,şiirlerini ve denemelerini.Tanışın,alın okuyun derim.
Kitapla kalın
.