Türk, budalalıkların yükü altında ezilmiş, suçlarla lekelenmiş, kötü yönetim yüzünden çürümüş, savaşta yenilmiş,bitmez tükenmez felaketler, savaşlarla çökmüş, çevresinde imparatorluğu paramparça olmuştu. Ama o hâlâ canlıydı.Göğsünde dünyaya meydan okumuş ve yüzyıllar boyunca bütün istilacılara karşı başarıyla savaş vermiş bir ırkın kalbi çarpıyordu.Elinde yine modern bir ordunun donanımı ve başında, kendisi hakkında bildiğimiz kadarıyla, kıyametin dört ya da beş olağanüstü insanıyla boy ölçüşebilecek kıratta bir başkumandan vardı.
Osmanlı’dan kalan Anadolu’nun ne yüzölçümü, ne de nüfusu doğru olarak bilinmiyordu. Çünkü bunlar, henüz ölçülmemiş, yazılmamıştı. Diplomatik resmi kaynaklar yoktu, olanlar ise rakamsal olarak birbirini tutmuyordu.
Gerçekten de onun saltanatında yarım yüzyıldan beri ilk kez istikrar sağlandı. Reformlar yaptı ve Roma'yı güzelleştirmeye çalıştı. Yönetim sistemi karmaşıktı. Augustus'un ne sarayı, ne meclisi ne de görkemli giysileri vardı.
Ona "Milli Mücadele'yi fiilen başlatan kumandan" da denebilir; çünkü işgaller sırasında İzmit'ten Eskişehir'e gitmek isteyen İngiliz birliklerine ateş açma emrini vermiştir.
Hanibal (MÖ 247-183) Roma'nın İtalya'daki merkezine saldırarak Kartaca'yı zafere ulaştırmaya karar verdi. MÖ 128'de bu amaçla Fransa'nın güneyinden ilerleyerek Alpleri aştı ki bu çok zorlu bir girişimdi ve İtalya'da Romalılara saldırdı. Hanibal'in filleriyle Alpleri geçmesi olağanüstü bir mücadele olarak ünlendi ama yalnızca bir fil bunu başarabildi ve o da kısa süre sonra öldü.
İmparatorluğun giderek zayıfladığını ve dağılma tehlikesi yaşadığını gören aydınlar, subayları ve bürokratlar, çareyi Hürriyet ve Meşrutiyette buluyordu.
Saltanat ise bu kesimlerin çare olarak bulduğu şeyleri tahdit olarak görüyor ve göz açtırmıyordu.
Savaş yılları sırasında, hâlâ Çarlık siyasî yönetimi altında bulunan Bakü’de Pantürkist faaliyetler, esas olarak, belirli dergilerin yayınlanmasıyla sınırlı kaldı. Savaş sırasında Çarlık yönetime mutlak itaat sergileyen Yeni Füyuzat ve Şâlâle gibi dergiler, esas misyon olarak, Azerî dilinin sadeleşmesini gördüler. Osmanlı İmparatorluğu’nda milliyetçi çevrelerin yaptığı gibi, Arapça ve Farsça kelimeleri atıp yerlerine saf Türkçe kelimeler koymaya çalışıyorlardı. Osmanlı imparatorluğundaki Pantürkist derneklerin etkinlikleri hakkındaki haberler Şâlâle dergisinin editörü İsa Bey Aşurbeyli tarafından sıkça yazıldıysa da, Iran Azerbaycanı sorunu bu tür dergiler tarafından ihmal edildi. Anlaşılan, gizli gündemlerinde Osmanlılarla daha sıkı bağların kurulması, İran Azerileriyle birleşmeye göre öncelik taşıyordu.