Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Profil
208 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Tanrı’nın Öfkesi
Doğal afetler insanlık tarihinin vazgeçilmezi, korkularının ve büyük acılarının kaynağı olagelmiş ve varlığını devam ettirmeye de devam ediyor. İnsanlık tarihinden de eski olan doğa olayları kuvvetle muhtemelen dünyanın sonuna kadar devam edecek ve hatta Dünya’nın sonunu da getirecek. Doğa olayları yeryüzündeki tüm insanlığı etkisi altına alan, bir coğrafi bölge ile sınırlı kalmayan, son pandemide de görüldüğü gibi insanlığın ortak noktası. Bu kitap da Orta Çağ’da Avrupa’yı etkisine alan doğal afetleri ve sebep olduğu sonuçları ele alıyor. Kitapta 14.yüzyıla girerkenki doğal afetler ile başlayarak bu yüzyılda meydana gelen olayları anlatıyor. Bu olaylar içerisinde; depremler, seller, volkanik patlamalar, kıtlıklar, iklimsel olaylar, hayvansal hastalıklar vs. gibi olaylar ele alınmış. Anlatılan konular dönemin kaynaklarından alıntı yapılarak, istatistiksel grafikler ve tablolar kullanılarak ve konuyu yansıtan görseller ile birlikte desteklenerek içerik zenginleştirilmiş. Kitabı çok büyük bir ilgi ile okudum ve bilmediğim çok şey öğrendim. Misal İngiliz Terlemesi diye bir salgın hastalığın olduğunu, zamanında Ortadoğu’dan Avrupa’ya kadar havayı toz bulutlarının kapladığını ve bu durumum yaklaşık 18 sürdüğünü vs. gibi konuları ilk defa duydum. Yazarın daha önce “Kara Ölüm” kitabını okumuş ve beğenmiştim. Bu kitabı da çok güzeldi.
Tanrı'nın Öfkesi
Tanrı'nın ÖfkesiTolgahan Karaimamoğlu · Kronik Kitap · 202317 okunma
Osmanlı tarihi ile ilgili klişe hâline gelmiş laflar vardır. Bir mevzu anlatılırken veya tartışılırken üzerinde hiç düşünmeden aynı şeyler tekrarlanır. Mesela, Türkler'in savaşta kazanıp, masada kaybettiği sık sık tekrarlanan bir husustur. Sanki Türkler hiç diplomasiden anlamıyor, saflıkları ve bilgisizlikleri yüzünden Avrupalı diplomatlar tarafından kandırılıyor gibi anlatılır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında bazı savaşlarda galip gelinmesine rağmen (1897 Yunan Savaşı gibi) yapılan antlaşmalardan kayıpla çıkılmıştır. Ancak bunun sebebi Osmanlı diplomatlarının maharetsizliği değil, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin baskılarıdır.
Reklam
Ancak bunu bir Osmanı tarihi uzmanı, Osmanlılar'ın ne kadar cahil olduklarına bir delil olarak kullanmaya kalkarsa, herhalde uzmanlığının sadece bir etiket olduğu rahatlıkla anlaşılacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ne kadar kötü bir devlet olduğu fikrinde olanlar, imparatorluk tarihinde yaşanmış bazı olayları alt alta sıralayarak "kanlı tarih, zulüm tarihi" gibi bilim metodolojisine ters eserler meydana getirmişlerdir. Aynısının tam tersi de Osmanı tarihinin iyi yöndeki örnek olayları alt alta sıralanarak "Osmanı'nın fazileti, büyüklüğü" şeklinde sunulmasıdır. Her iki anlayış bilimsel metotlara ters olduğu gibi, tarihi anlamayı da zorlaştırmaktadır. Bilimsel bir temele dayanan araştırmada önce hadise anlaşılmalı, daha sonra ise izah edilmelidir. Eğer izah edilemiyorsa, niçin izah edilemediği izah edilmelidir.
Geçmişe ait bir kurum veya hadisenin, o günün mantığına göre normal olabileceği düşünülmediğinden, bazı kişiler akılları sıra bunları temize çıkarmak için tarihi tahrif etmektedirler. Bu tarzların her ikisi de tarihin anlaşılmasını tamamen önlemektedir.
Modern kavram ve kurumları tarihte aramaya kalkmak ve olmayacak benzetmelerle bulmak veya bulunmadığı için Osmanlı İmparatorluğu'nu tenkit etmek son derece hatalı bir davranıştır.
Reklam
Osmanı tarihinin anlaşılabilmesinin önündeki engellerden birisi, kişi veya grupların günümüzdeki meselelerini çözebilmek için tarihte referans aramaları ve inanç alanları' çerçevesinde tarihi hadiselere bakmalarıdır.
Avrupalı yazarlar Anadolu'ya Türkiye derken, Müslüman yazarlar, Selçuklular devlet kurduktan sonra dahi burası için, hiçbir siyasal anlamı kalmamasına rağmen Rum/Roma diye bahsetmeye devam etmişlerdir.
Friedrich Barbarossa'nın haçlı seferinden itibaren batılı yazarlar Anadolu'dan, Türk hakimiyetine giren hiçbir ülkeye vermedikleri bir adla Turchia/Turquie (Türkiye) diye söz etmeye başladılar. Bu Haçlı seferinden yarım yüzyıl sonra Simon de Saint-Quentin bu isimlendirmeyi sistematik hale getirdi.
762 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
42 günde okudu
Saray ve Ötesi
Halid Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya Uşaklıgil 1866-1945 tarihleri arasında yaşamış, 79 yaşında İstanbul'da vefat etmiştir. Uzun yıllar karaciğerindeki bir problem nedeniyle sıkıntı yaşamış (ki bunu bu kitabında da anlatmaktadır) 1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 33 yaşında intihar etmesi nedeniyle büyük bir yasa girmiştir. V. Mehmed’in tahta çıkmasından sonra İttihat ve Terakki idaresi tarafından mabeyin başkâtipliğine atandı. Bu göreve dört yıl devam etti. 1915’te Almanya’ya gönderildi. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1906’dan beri yaşadığı Yeşilköy’deki köşküne çekildi ve eski eserlerinin dilini sadeleştirerek yeni baskılarını hazırlamaya başladı. Kitap Sultan Reşad dönemindeki mabeyin başkatipliği esnasındaki hatıralarından oluşmakta. Anı kitabı olmasına rağmen bir roman tadında okunuyor ve Sultan Reşad dönemine ışık tutuyor. Özellikle tarih severlere tavsiye ederim.
Saray ve Ötesi
Saray ve Ötesi
Saray ve Ötesi
Saray ve ÖtesiHalid Ziya Uşaklıgil · Özgür Yayınları · 2003109 okunma
Reklam
Açılmayan Tahta Kapı
Fatih Sultan Mehmed Han'ın tasavvuf büyüklerine hürmeti ve onların sohbetine rağbeti çok fazlaydı.Bir gün duasını almak, feyiz ve bereketlerine kavuşmak maksadıyla Şeyh Ebu'l-Vefâ Hazretleri'nın ziyaretine gitti. Huzura kabul için müsaade istedi. Lakin Şeyh Efendi, padişahın kendisini ziyaretine müsaade etmedi. Bu hadiseye çok üzülen padişah, yanında bulunan musahibi Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa'ya dönerek, "Gördün mü lala! Bizans'ın yüzyıllardır aşılamayan koskoca surlarını aştık da bir dervişin tahta kapısını aşamadık" dedi. Gayet mahzun bir şekilde tekkenin kapısından geri döndü. Şeyh Ebu'l-Vefâ Hazretlerinin talebeleri, gözlerinden yaşlar akan hocalarına, "Efendim neden padişahı kabul etmediniz? Hem siz üzüldünüz, hem de o" dediler. Şeyh Efendi, “O gaza askeridir, biz dua askeriyiz. Bizim tattığımız lezzeti tadacak olursa tahttan soğur. Devlet işlerini tam yapamaz. Halkın işleri yarım kalır. Müslümanların rahat ve huzur içinde yaşayabilmeleri için devletin ayakta kalması şarttır. Dostluğumuz ve sohbetimiz, birçok insanın işinin yarım kalmasına sebep olacaktır. Bunun vebali büyük olur" dedi.Fatih Sultan Mehmed Han vefat ettiginde cenaze namazını Şeyh Ebu'l-Vefâ Hazretleri kıldırdı". Allah onlardan razı olsun...
26 Ağustos 1071'de kazanılan Malazgirt zaferi Bizans ordusunu ve mukavemetini çökertti ve Anadolu'nun kapılarını sonuna kadar Türkmenler'e açtı. Bizans'ın yediği bu büyük darbe Türkmenler'in Anadolu'ya sel hâlinde dolmalarını sağladı.
Anadolu'ya Türkler'in ilk gelişi IV. yüzyılın sonlarına doğru Batı Hun- ları (Avrupa Hunları) tarafından gerçekleştirildi.
Türkler, şerir ve rafızi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor; hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı.
Batı'nın medeniyeti inkâr edilemez.
Doğulular, maddi medeniyet bakımından Batı'nın üstünlüğünü inkâr edemezler. Gerçi maddi medeniyet bakımından her gün, her saat Doğu'nun Batı'ya ihtiyacı bu üstünlüğü inkâra imkân bırakmaz: Tren, vapur, tayyare, telgraf, telefon vs. tamamen; giyeceğimiz elbise, oturacağımız ev için vazgeçilmez unsurların bir kısmı Batı maddi medeniyetinin mahsulüdür.
1.500 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.