“Arya?”
“Canım?”
“Schindler’in Listesi‘ni seyretmiş miydin?”
“Evet.”
“Hani orada kırmızı paltolu bir kız çocuğu vardı ya, tüm film siyah beyazdı ama bir tek o kız renkliydi. Sen de öylesin işte benim için.”
"-Sık gelir misiniz buraya?
- Evet. Her gün gelirim. Aynı banka oturur, dinlerim.
- Neyi?
- Bazen kafamı. Bazen denizi, martıları. Bazen de Neşet Ertaş'ı. Siz?
- Ben pek müzik dinlemem."
Televizyonla birlikte, kuramsal olarak, herkese ulaşmaya imkân veren bir aygıt karşısındayızdır. Bu da birtakım vazgeçilmez soruları sormayı gerektirir: söyleyeceğim şeyler acaba herkese ulaştırılacak türden şeyler midir? Söylemimin, dile geliş biçimiyle, herkesçe duyulabilmesini sağlamaya hazır mıyım? Acaba bu söylem, herkesçe duyulmayı hak ediyor mu? Hattâ daha da ileriye gidilebilir: bu söylem herkes tarafından duyulmalı mıdır?
"Geçen gün Mürüvet Hanımın televizyonunda adamlar ve kadınlar bağrışıyor, altlarından da askerler gibi yazılar geçiyordu, şaşırdım, kaldım. Ben duran yazıları bile okuyamıyorum, bu insanlar yürüyen yazıları nasıl okuyorlar ki?"