Üniversiteler, bağımsız düşünce ve kendi kültürümüzü araştırma ve kurma merkezleri olacağına, yabancı misafir profesörlerin sürekli konferans ve seminer müesseseleri haline geldi. Ve misafir yerlileşti, evin sahibi oldu. Evin sahibi uzun bir yolculuğa çıktı. Acaba ne vakit dönecek dersiniz?
Avrupa aydınlarının ayırıcı vasfı kapitalizme düşmanlık. Nereden geliyor bu düşmanlık? Kaynaklar artmış, hayat seviyesi yükselmiş, boş zamanlar fazlalaşmıştır. Gelişen kapitalizmin en mühim özelliklerinden biri de eğitimin, bilhassa yüksek öğretimin yaygınlaşması. Herkes yüksek öğretim peşinde. Ama yüksek öğrenim yapanlar alındıkları işlerde başarı gösteremiyorlar. Bu bir dengesizlik doğurmaktadır. Şöyle ki iş bulamayan veya alındığı işte başarı göstermeyen üniversiteliler hazırlanmadıkları sahalara yöneliyorlar. Toplum, belli bir mesleği olmayan aydınlarla doluyor: bir gayrı memnunlar ordusu. Memnuniyetsizlik kin doğuruyor. Kurulu düzeni yerme biçiminde beliriyor bu kin.
Kendi kabuğuna çekilmiş, tahsisat paylaşmakla meşgul, saray cüsseli üniversiteler değil; hukuk doktrini, dünya görüşü, millet anlayışı, sanat sistemi ortaya koyan, bir kelime ile milletimizin kültürünü yoğuran üniversiteler.
Üniversite öğrenimi çok yararlı olur.
-Hiç kuşku yok, o size hayatınızı kazanmada yardımcı olur. Ama size nasıl yaşanacağını öğretmez. Siz bir psikoloji öğrencisisiniz. O size belli durumlarda yardımcı olabilir. Fakat siz psikoloji ile yaşayabilir misiniz? Hayat ancak eylem halindeki gerçeği yansıttığı zaman ismine layıktır. Hiçbir üniversite size nasıl yaşanması gerektiğini ve ölüm anı geldiğinde: "İyi yaşadım, tekrar yaşamaya ihtiyacım yok" diyebileceğiniz şekilde yaşamayı öğretemez. Birçoğumuz yeniden yaşayabilmeyi arzulayarak ölürüz. O kadar çok hata işlenmiş, o kadar çok şey yapılmadan bırakılmıştır ki. Birçok insan bitkisel bir ömür geçirir ama yaşamaz. Onlar sadece deneyim biriktirir ve belleklerini zenginleştirirler.