“Mutfaktaki kir daha da beterdi. "Fransız aşçı kendi içmeyeceği çorbaya tükürür" sözü lafın gelişi edilmiş bir söz değil, basit bir gerçektir. Fransız aşçı bir sanatçıdır ama sanatı temizlik değildir. Hatta bir mertebeye kadar sanatçı olduğu için pistir çünkü yemek, şık gözükmek için pis bir muameleden geçmek zorundadır. Örneğin bir biftek kontrol için baş aşçıya getirildiğinde ona çatalla bakmaz. Bifteği eliyle kaldırıp tabağa çarpar, başparmağını tabağın etrafında gezdirir ve sosu tatmak için yalar, tekrar gezdirip tekrar yalar, sonra geri bir adım atar ve bir sanatçının resmi değerlendirmesi gibi eti düşünceli düşünceli süzer, sonra her birini gün içinde yüz kere yaladığı şişko, pembe parmaklarıyla şefkatli şefkatli yerine yerleştirir. Hoşnut olduktan sonra bir bez alıp tabaktaki parmak izlerini siler ve tabağı garsona uzatır. Elbette garson da kendi parmaklarını sosa batırır; sürekli briyantinli saçlarında gezdirdiği o pis, yağlı parmaklarını.
Paris 'te bir et yemeğine söz gelimi on franktan fazla ödeyenler etin bu şekilde parmaklandığından emin olabilirler. Çok ucuz lokantalarda durum farklıdır; orada, yemeğin üstünde aynı şekilde durulmaz, sadece tavadan çatalla alınıp hiç uğraşılmadan tabağa fırlatılır. Bir yemeğe ne kadar çok para verirseniz o kadar çok ter ve tükürük yemek zorunda kalırsınız, denilebilir.”
"Böyle sabahlarda, daha gün doğmadan, anası yayığın ilk tereyağı topağını ona verirdi. Üstü ayran kabarcıklı tereyağını Haşan sıcak tandır ekmeğine sürer, uzak ağaçların altına gider, siner yerdi."