"Eğer insan bir duyusunu yitirirse diğer duyusu güçlenir. Bunu daha önce duymadın mı?" "Konuşmak duyu değildir seni salak." " Evet öyledir. Görmek, dokunmak,konuşmak... Diğerleri neydi? Koklamak evet. Beş oldu mu?"
Sayfa 357Kitabı okudu
Muhlis ihlâsının farkında değildir. Günahtan kaçarken ve sevap işlerken bu fiillerini birer karar verme meselesi yapmaktan çıkarmıştır. Doğrusunu yapmalıyım diye seçip doğruyu, hata işlemek endişesini sonuca bağlayıp da yerinde olanı işlemez. Teslimiyet pazarlıksızdır. Samimiyet gösterişsizdir. İhlâs endişesizdir. Bütün bunlar bizlerin aşkın bir düşünceye, aşkın tutumlara ulaşmak için didinip çırpınmak zorunda olmadığımızın işaretleridir. Samimiyete açılan kapının anahtarı kimsenin elinden kapılacak değil. Kapıyı açan anahtarı insan kendisi üretir. Bünyesi buna uygun kılınmıştır. Aşkınlığı çok uzak görmek, yakınımızda samimiyetsizlik göstermeye, basit saydığımız hususlarda ihlâstan imtina etmemize yol açabilir. Çünkü aşkınlığı çok çetin şartların uzantısı olarak, dişiyle tırnağıyla sökerek elde etmeyi uman insan hergünkü olağan hayatı içinde hep yapmacık kalacak ve bir gün karşılaşacağı üstünlük uğruna o andaki üstün konumunu elden kaçıracaktır. ... Susmaktır aşkınlığın önemli bir belirtisi. Gösteriş olsun, derin düşünceli sayılsın diye değil, çok boyutlu konuşmayı içine sığdırabilmek için susmak. Konuşmak isteyen, konuşmakla varlığını kanıtlama yolunda bulunan konuşmalıdır, samimiyeti bunu gerektirir. Bağlantıyı konuşmakla kurma aşamasındaki insanın susması kendine zarar getirir. Aşkınlık kendini çetin bilmeceler içine salmakla değil; bilmecenin bir birimi olmanın heyecanını duymakla, safiyetin kendine mündemiç olduğunun sevgisiyle elde edilir.
Sayfa 242 - Risale Yayınları
Reklam
Şimdi "yüksek konuşma yetisi" Blanchot için günlük ampirik dilden belli bir uzaklaşmayı, bir tür "yükselmeyi" gerektiriyordu. Günlük ko­nuşmam şudur: "yağmur yağıyor... hava soğuk..." "Ahmet ge­lecek"... vesaire falan. Bu "düşük konuşma yetisidir"... Çün­kü beni gören birine onun zaten görebileceği bir şeyi "söylü­yorum". Bu "yalnız söylenebilir olanı söylemek" değildir. Sa­dece söylenebilir olanı söylemek gerekir... Söylenmekten başka bir ifadesi mümkün olmayanı yani... Bu Blanchot'ya göre "yük­sek söyleme yetisidir". Ve Blanchot "parler c'est pas voir", "konuşmak görmek demek değil" dediğinde bunu sözle yapmıştı... Çünkü mesela Foucault'nun ya da "bu bir pipo değildir"i res­meden Magritte'in aksine "yüksek görme yetisinin" varolabile­ceğinı düşünmemişti. Oysa biliyoruz ki bir filmi "görmek gere­kir"... Başka bir deyişle, bir filme gidip, para verip "seyretmek" yeterli değildir... Gerçekten onu tüm evsafıyla "görmek" gere­kir... Ve ne zaman ki bir film "anlatılabilir" olmaktan çıkar, as­la "aktarılamaz" hale gelir, o zaman film bir gerçektir, dilsel sa­nallığından kurtulmuştur.
Sayfa 25 - Birikim Yayınları
" Şamanlar yalnızca avcı toplumlarda görülürler, ruhsallıklarında hayvanların rolü büyüktür. Çağcıl bir şaman, eğitimi sırasında bazen yaban ortamda hayvanlarla birlikte yaşar. Ona esirmenin sırlarını gösterecek, hayvanların dilini öğretecek ve sürekli eşlik edecek bir hayvanla karşılaşması gerekir. Bunu gerileme olarak görmek yanlıştır. Avcı toplumlarda hayvanlar aşağı varlıklar değildir, üstün akla sahiptirler. Uzun yaşamanın ve ölümsüzlüğün sırlarını bilirler, onlarla konuşmak şamanlara daha seçkin bir yaşam kazandırır."
Konuşmak görmekle aynı şey değildir. Konuşmalar olaya gizem katar ama görmek bozar.
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
Reklam
120 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.