Milton ve Shakespeare’le birlikte İngiliz edebiyatının üç devinden biri olan Geoffrey Chaucer tahminen 1340-43 yılları arasında doğmuştur. Babası John Chaucer adında bir şarap tüccarıdır. Chaucer adının geçtiği ilk yazılı belge Ulster kontesi Elizabeth’in 1357 tarihli harcamalar defteridir. Bu defterde, bu isimde bir içoğlanına (page) elbise
"Eğer insan bir duyusunu yitirirse diğer duyusu güçlenir. Bunu daha önce duymadın mı?"
"Konuşmak duyu değildir seni salak."
" Evet öyledir. Görmek, dokunmak,konuşmak... Diğerleri neydi? Koklamak evet. Beş oldu mu?"
Muhlis ihlâsının farkında değildir. Günahtan kaçarken ve sevap işlerken bu fiillerini birer karar verme meselesi yapmaktan çıkarmıştır. Doğrusunu yapmalıyım diye seçip doğruyu, hata işlemek endişesini sonuca bağlayıp da yerinde olanı işlemez. Teslimiyet pazarlıksızdır. Samimiyet gösterişsizdir. İhlâs endişesizdir.
Bütün bunlar bizlerin aşkın bir düşünceye, aşkın tutumlara ulaşmak için didinip çırpınmak zorunda olmadığımızın işaretleridir. Samimiyete açılan kapının anahtarı kimsenin elinden kapılacak değil. Kapıyı açan anahtarı insan kendisi üretir. Bünyesi buna uygun kılınmıştır. Aşkınlığı çok uzak görmek, yakınımızda samimiyetsizlik göstermeye, basit saydığımız hususlarda ihlâstan imtina etmemize yol açabilir. Çünkü aşkınlığı çok çetin şartların uzantısı olarak, dişiyle tırnağıyla sökerek elde etmeyi uman insan hergünkü olağan hayatı içinde hep yapmacık kalacak ve bir gün karşılaşacağı üstünlük uğruna o andaki üstün konumunu elden kaçıracaktır.
...
Susmaktır aşkınlığın önemli bir belirtisi. Gösteriş olsun, derin düşünceli sayılsın diye değil, çok boyutlu konuşmayı içine sığdırabilmek için susmak. Konuşmak isteyen, konuşmakla varlığını kanıtlama yolunda bulunan konuşmalıdır, samimiyeti bunu gerektirir. Bağlantıyı konuşmakla kurma aşamasındaki insanın susması kendine zarar getirir. Aşkınlık kendini çetin bilmeceler içine salmakla değil; bilmecenin bir birimi olmanın heyecanını duymakla, safiyetin kendine mündemiç olduğunun sevgisiyle elde edilir.
Yiğitliği, konuşmak ve süslenmek zannetme. Gerçek yiğitlik cihad meydanlarında koşturmaktır.
"Yüce şahsiyet şerefte yükselirken
Yıldızlardan başkasına kanaat getirmez.
Kötü bir yolda ölümü tatmak
Asil bir dava uğruna ölmek gibi midir?"
Korkaklar kendi hallerini akıllılık sanırlar. Oysa bu düşük karakterli şahsiyetlerin davranışı kendilerini aldatmalarından başka bir şey değildir. Şurası bir gerçek ki, toplumun karakter ve özelliği tıpkı suya benzer. Mesela durgun suyun üzerinde çer çöp yer eder ve suyu pisletir. Fakat hareketli ve akan suda bunları görmek mümkün değildir. O, pislikleri sürüp götürür.
Şimdi "yüksek konuşma yetisi" Blanchot için günlük ampirik dilden belli bir uzaklaşmayı, bir tür "yükselmeyi" gerektiriyordu. Günlük konuşmam şudur: "yağmur yağıyor... hava soğuk..." "Ahmet gelecek"... vesaire falan. Bu "düşük konuşma yetisidir"... Çünkü beni gören birine onun zaten görebileceği bir şeyi "söylüyorum". Bu "yalnız söylenebilir olanı söylemek" değildir. Sadece söylenebilir olanı söylemek gerekir... Söylenmekten başka bir ifadesi mümkün olmayanı yani... Bu Blanchot'ya göre "yüksek söyleme yetisidir". Ve Blanchot "parler c'est pas voir", "konuşmak görmek demek değil" dediğinde bunu sözle yapmıştı... Çünkü mesela Foucault'nun ya da "bu bir pipo değildir"i resmeden Magritte'in aksine "yüksek görme yetisinin" varolabileceğinı düşünmemişti. Oysa biliyoruz ki bir filmi "görmek gerekir"... Başka bir deyişle, bir filme gidip, para verip "seyretmek" yeterli değildir... Gerçekten onu tüm evsafıyla "görmek" gerekir... Ve ne zaman ki bir film "anlatılabilir" olmaktan çıkar, asla "aktarılamaz" hale gelir, o zaman film bir gerçektir, dilsel sanallığından kurtulmuştur.
_Yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. Hiçbir şey büyük ve kutsal değil. O yüzden sözde büyük olan şeylere ilgi duyarsan yaşamı ıskalarsın. Yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. Böylece herhangi bir
9. BÖLÜM
SONSUZ SABIR
Bir zamanlar cennet meyvesini işitmiş olan bir kadın vardı. Ona tamah etti.
Adına Sabar diyeceğimiz bir dervişe sordu, “Bu meyveyi nasıl bulabilirim ki böylece mevcut bilgiye erebileyim? “Sana verebileceğim en iyi tavsiye benimle çalışman olur,” dedi derviş. “Fakat böyle yapmazsan, kararlı bir şekilde ve bazen yerinde