Işık Lisesi’nde bir Türkçe hocam vardı, Erkan Eren. Onun bir lafını ömrüm boyunca unutmadım, “Mantar gibi gelip geçmeyin” derdi. Bugün hâlâ Erkan Hoca’yla konuşurum, yaşlandı tabii şimdi. “Hocam o lafınız hâlâ kulağımda” derim, o da bana gülüp “ Sen de biraz aşırıya kaçırdın!” der.
Konuşma, konuşmak istemezsen Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla Hep aynı şeyi söylerim Beni anla. Didem Madak
Reklam
Sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı, tek dişi altın olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım, çıtımı çıkarmam. Nasıl söyleyeceğimi bilmem, susarım. Susmak üzerine konuşmak gerekse, beni çağırırlar, oturur susarım. Dolmabahçe Saat Kulesi’yle, Çırağan Sarayı ile konuşurum. Duvarlara yazılar yazarım gizli gizli: ‘Albayım beni Nezahat ile evlendir’. Sülüs yazarım, kûfi yazarım, Latin yazarım. Gotik yazamam. Yağ satarım, bal satarım, ustamı öldürür ben satarım. Yemeden içmeden kesilir, alık olurum. Adımı sorsan duymaz olurum. Kötü olurum, iyi olmam Nezahat. Ya bu adı değiştir ya da al bu elmayı. Bende sevdiklerince terk edilme endişesi, kafayı yemeye meyyal haller var. Al bu elmayı Nezahat. Yüzünde göz izi var.
“Birader,” dedim, “benimle mi konuşuyorsun?” “Genellikle durumlarla konuşurum, şahıslarla değil,” dedi.
" Konuşmak istediğim zaman, beni zorlamanıza hiç gerek kalmaz. Konuşurum ben. "
"Ben lafı dolaştırmadan konuşurum,” dedi Quinn. “Dolaştırmak mı? Ne dolaştırması?” “Yangın yerinde dolaştırmak, elbette.” “Ah, evet. Yangın yeri. Doğru.
Ciddiyet her zaman prensibimizdir. :)Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.