Düşmanlığın böylesi !
Atatürk'e hayatındayken ve öldükten sonra hayasızca sövenler oldu. Ama bunlar sövgülerini imza atmadan kapalı zarflarla sağa sola yollarlardı. Şimdi örneğini vereceğim alçakça sövgü bir günlük gazetede çıkmıştır. 14 Kasım 1976 Pazar günkü Cumhuriyet'te Sayın Oktay Akbal'ın köşesinde “Hezeyan Deyip Geçmiyelim” başlıklı fıkrada, Türklüğü yücelten
Sayfa 381 - Türk Tarih Kurumu Basımevi — Ankara, 1991Kitabı okudu
Çocukluğumuzdan beri sevmediğimiz bir konuya konsantre olmaya (yoğunlaşmaya) zorlanıyoruz. Sevmediğimiz şeyi yapmaya zorlanmamız içimizde bir isyan yaratıyor. Eğitim birçok detay yerleştirme işlemine dönüştü ve bizi uyumlu olmaya şartlandırıyor. Bütün dünyada milyonlarca insan eğitiliyor ve iş bulamıyor.
Reklam
“Asya’nın derinliklerinden gelmekte olan görülmemiş korkunç bir salgın hastalığın, Avrupa’ya doğru yayılmakta olduğunu, tüm insanlığın bu korkunç salgınla yok olmaya mahkum olduğunu görüyordu. Çok az seçkin insan dışında herkes ölecekti bu salgında. İnsanların bedenlerine yerleşen bir takım küçük kurtlar, mikroskobik yaratıklar türemişti. Ne var
Bu ölen dünyada, her ânı yokluk, her ânı varlıktan ibaret bu dünyada zamanın üstüne çıkmak... Bütün sır burada... Bütün vazifeler de burada toplanıyor.
"Günbegün bütün dünyada, medya ağı gerçeklerin yerine yalanları koyuyor. En başta siyasi ya da ideolojik yalanlar yok (onlar sonra geliyor), insan hayatının ve doğal hayatın aslında neden oluştuğuna dair görsel, somut yalanlar var. Bütün yalanlar tek bir devasa sahtekârlıkta toplanıyor: hayatın kendisinin bir meta olduğu ve onu satın almaya gücü yetenlerin, tanımı gereği onu hak edenler olduğu varsayımı! Çoğumuz bunun yanlış olduğunu biliyoruz ama bize gösterilenlerin pek azı direncimizi güçlendiriyor. Sonra belki Barcelo'nun bir tablosuyla karşılaşıyoruz./ (bu tuvaller) Mesnetsiz tüketimci klişeler sağanağı karşısında, insan dehasının kâr peşinde koşmak demek olduğu iddiası karşısında, hayatın ve ölümün temel akıntısı önündeki barajın kapaklarını açıyorlar."
Sayfa 140Kitabı okudu
Ayıpladınız Kadir'i, kavga çıkabileceğini bana söylemediği için... Söylemedi evet... Söylemesi doğruydu. Nerden çıkıyor bu yargı! Bütün yalınkat yargılar gibi, bir cıvık genellemeden... Diyelim ki, o anda, Kadir için, Kel İbo'dan biraz para alıp gözünüze girmekten daha önemli hiçbir şey kalmamıştı dünyada... Bunu yapamazsa, kıyamet kopar, gibi gelmiştir belki de... "Saçma" diyeceksiniz... Saçmalıkların güçleri, saplantı sıralarında meydana çıkıyor. Çünkü, hepimiz, kafamızla saplanıyoruz. - Siz de onun gibi mi davranırdınız, saplantı özrüyle? - Saplantıda olduğumuzu bilemiyoruz ki, özrünü düşünelim... Ben de kim bilir, nerde, neye takılırım. Bütün saplantılarımız korkularımızdan geliyor. İnsanoğlu, deli değilse, korkar mutlaka... Saplantılarımızdaki korkunun bize saçma görünmemesi, yüz binlerce yıldan arta kaldıkları için... Bunlar, gerçek sebeplerini yitirdiğimiz korkuların tortusu... Kadir'i savunmak için konuşmuyorum. Bu açıdan bakılırsa, hepimiz, biraz köle değil miyiz? - Hayır. Ben köle değilim... - Olmaz olur musunuz? Köle kullanmaktan hoşlanmıyorsanız, daha beter kölesiniz. Hep köle kalacaksınız demek. Hepimizin birer kölelik çengeli var. Bunu kim bulursa bizi köle gibi kullanır.
Sayfa 490 - İthaki Yayınları, 4. Baskı, 2010, Üçüncü Bölüm, Yol Ayrımı, 5Kitabı okudu
Reklam
Kitapta en beğendiğim söz.. keşke böyle birşey yapılsa.
Düşünsenize; yüzlerce insan toplu şekilde birbirlerine nefret ve öfke kusacağına sevgi ve pozitif enerjiler yaysa, yaşama karşı sevgisini yollasa ne kadar güzel olur... Genel olarak insanlar tüm dünyada hep tepki gösterecekleri, nefret kusacakları, savaşacakları,karşılıklı mücadele edecekleri eylemler uğruna toplanıyor. Bir de sevgi için toplansalar ve bütün dünyaya sevgi yaysalar bakalım ne olur? Ben söyleyeyim, ellerinde olan her şeyi sevgiyle kutlasalar işte o zaman Dünya bambaşka bir yer olurdu. cenneti bu dünyada deneyimlerdik..
MEDRESELER neden kapatılmış???
Mustafa Kemal, Akşehir’den Konya’ya geçti. Önceden haber vermeden bir medreseyi ziyaret etti. 17-18 yaşında mollalarla doluydu. Cübbeli sarıklı hocalarıyla birlikte avluya dizildiler. Yerlere kadar eğilerek selamlama yapıyorlardı. Büyük Taarruz öncesinde düzenli orduya asker toplanıyordu. Din eğitimi adı altında medreselere saklananların en büyük korkusu, askere alınmaktı. Sürpriz ziyaretin sebebi de acaba bu muydu? Kıdemli sarıklılardan biri Mustafa Kemal’e yaklaştı, binbir ağladı övgüden sonra lafı bu mevzuya getirdi, medrese talebelerinin askere alınmamasını istirham etti.Mustafa Kemal zaten kendini zor tutuyordu, patladı... “Memleket harp ediyor, istiklal ve mevcudiyetini kurtarmaya çalışıyor, siz burada Arap lisanıyla vakit geçiriyorsunuz. Sizin için bu medreseler, Yunan’ı mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı kıymetlidir? Millet kan içinde yüzerken, milletin çocukları cephelerde yurt için canını feda ederken,siz burada sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz” diye bağırdı! Öfkeyle çıktı gitti. O dönem, memlekette beş bin civarında medrese vardı. Kullanılmayan “kolordu” büyüklüğündeydi. Mustafa Kemal otomobille uzaklaşırken yatışmamıştı. “Buna son vereceğiz” diyordu. “Buna mutlaka son vereceğiz.”
Sayfa 383
73 öğeden 41 ile 50 arasındakiler gösteriliyor.