Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın
Elini çabucak öne doğru uzattı, ama nerede olduğumu göremediği için bana dokunamadı. O kör gözlerle görmeye çalışarak, -ah, insanın içini burkan, boşuna çaba! - " Kimdir bu? Sen kimsin? " diye sordu. " Söyle vır daha konuş! " diye buyurdu.
“Şu ana dek yaşanmamış kalanı yaşamak zorunda olmamak için kendinden kaçar gibisin. Oysa kendinden kaçamazsın. O hep seninle ve tamamlanmak istiyor. Bu isteğe karşı kör ve sağır taklidi yaparsan kendi kendine kör ve sağırmış gibi yapmış olursun. Bu şekilde yüreğin bilgisine hiçbir zaman ulaşamayacaksın.”
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından
çoğun birden suduru, birin çoktan sudurundan daha çok az külfetlidir. Bilhassa o çoklar, eğer kör ve birbirlerinin aksine hareket eden şeyler ise, içtima'ları çoğaldıkça, o nisbette körlükleri de ziyadeleşir.
Çünkü meselâ bir arı, eğer Vâcib-ül Vücud'un yed-i kudretinden çıkmadığı farzedilirse, o zaman o arının küçücük vücudunda bütün yer ve göklerdekilerin iştirakleri lâzım gelir. Belki bir cüz'-ü vâhid, maddî sebeblere havale edilip Vâcib-ül Vücud'a isnad edilmezse, külfet ve mualecet, faraza vücub canibine isnad edildiğinde bir zerre kadar ise, esbab canibinde dağlar kadar olur.
Mesnevî-i Nurîye(Bd.)