„Belki de hayat Gogol'ün kaleminden çıkma kısa bir hiciv hikâyesiydi.“
Barnes benim yeni tanıştığım Rus besteci Dimitri Şostakoviç’in biyografisini okuyup etkilenmiş, oturmuş hemen kurgu bir kitap yazmış hakkında. Okuduğu, etkilendiği her şeyi yeniden dolaşıma sokuyor adam, ne çalışkan ya bu Barnes.
Kitap üç bölüm: Sahanlıkta, Uçakta, Arabada. Üçü de şöyle başlıyor: “Bütün bildiği bunun en kötü zaman olduğuydu.”
Şostakoviç’in hayatı, biraz büyüme hikayesi. Sanatçının ilk sözcüklerini, sonra sözcüklerinin tükenip müziğinin başladığı o yeri, ve en son müziğinin de tükendiği yeri anlatıyor. Ama en çok Sovyetler’in müdahaleci, sıkı kuralları arasında sanatçı olarak var olabilme hikayesi bu.
Şöyle bir kısım vardı: Ülkesini temsilen Amerika’ya gideceği zaman Stalin’le telefonda konuşuyor. Bir dolu bahane üretiyor gitmemek için, hastayım, uygun giysim yok, uçak tutuyor şu bu. En son durup asıl derdini söylüyor. “Amerikada”, diyor, “müziğim sık sık çalınıyor, oysa burada çalınmıyor. Bana bu konuyu soracaklardır.” Stalin şok oluyor, adamın bestelerinin Sovyetler Birliği’nde çalınması yıllardır yasaklı meğer. Yasak kalkıyor tabi hemen. Ne kadar gerçeğe yakın bilemiyorum, ama maalesef, yaşanmış işte bir dolu saçma şey.
Kitabın odağında her ne kadar Şostakoviç duruyorsa da, Barnes’in onun etrafında dolaşarak kafa yorduğu bir dolu şey var. Sanat kime aittir sorusu misal, ideolojiler ve bağnazlık, kahramanlık ve korkaklık, yazgı ve irade. Bunların her birini anlatmak için çok yaratıcı anekdotlardan, Rus atasözlerinin kıvraklığından yararlanmış. Okuması keyifli bir metin.