"Gel canimu!" dedi bana da. Ürke ürke yaklaştım, karla doldurduğu avucunu Parmak Çocuğun üzerine kapayıverdi, öbür eliyle sıkıca tuttuğu için kaçamadım. Öyle hızlı ovaladı ki, üşümeye fırsat bulamadan ısındım. Neşeyle, "Bir daha yapalım, var mısın?" diye bağırdı. Ben onu seyrediyordum zaten, "Ne yaparsan yap!" dedim. Bir avuç kar daha yapıştırdı, ovaladı, top gibi yatağa fırlattı beni. Yanıma uzandı. Yorganı çekti. Saçıyla çocuğu uzun uzun kuruladı. Sonra beni kucaklayıp sırt, üstü döndü. Üzerinde kalmıştım. Çocuğu yavaşça beşiğine yerleştirdi. "Haydi canimu, sen de başını göğsüme koy, böyle uyuyalım." Bir de 'oyun bitti' demişti. Bundan güzel oyun olur muydu. Yanağımı göğsüne yasladım. Nefes aldıkça göbeği kabarıp iniyordu. İçimde tüyler uçuşmaya başladı. Ben uyudum ama çocuğun uyuduğunu sanmıyorum.
"Söyle yavrimu," dedi sevgiyle, "ne istiyorsun?" Başka bir şey istemeyi bilmiyordum ki. "Fraula." "Öyleyse ben keçi olayım, sen de benim oğlağım ol." Diz çöküp ellerinin üzerinde doğruldu. Meleyerek, emzirmek için oğlağını çağırdı. Altına kaydım. Hiç şikayet etmeden, sabırla bekledi. Yanıma uzandı. Saçlarını sırtıma örttü. "Farkında mısın, Parmak Çocuğu çok ihmal ettik, yavrimu." Elini uzatıp avucuna aldı. Bu hiç bilmediğim, yeni bir oyundu. Kımıldamadan bekledim. "Bundan sonra bu," dedi, "tiyasının avucunda uyuyacak, çabucak büyüyecek." Öyle uyuduk.
Reklam
Kahvaltının yarısındaydık daha, baygın sesiyle, "Kucağıma gelsene.” dedi. Sevinerek kucağına yerleştim. "Emzireyim mi seni?" "Şimdi mi?" "Evet!” Gözlerim parladı. Maşlahının önünü açtı. Kumrular keyifle oynaştılar. İştahla uzandım ama geri çekildi. "Böyle kuru kuruya emzirmek olmaz ki. Aklıma bir şey geldi. Bakalım beğenecek misin?” Merakla bekledim. Eğildi, birinin başını yavaşça bala batırdı, ağzıma uzattı. Tattım, hoşuma gitti. Başımı okşadı. "Oh, kan olsun paşamu!” Sonra öbürünü bala batırdı. Böylece sürdü gitti oyun, iliklerime kadar doydum.
"Yavrimu," dedi, "geçen yaz, Nigar Hanım koşa koşa bana geldi. Dayınla birlikte görmüşün. Seni susturmam için bir şeyler yapmamı istiyordu. Böyle bir işe karışmayacağımı söyledim. Herkese yayarsın diye korktu, kaçtı. Ama sen olgun bir erkek gibi davrandın, gördüklerini hiç kimseye anlatmadın." Saçlarımı karıştırdı, "Aferin sana!" Sevinçle kızardım. "Benim sırlarımı da saklarsın, değil mi?" Yüreğim ağzıma geldi. "Yoksa sen de mi dayımla.." Öyle güzel bir kahkaha attı ki içim rahatladı.
184 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
İnsanlığın Zulası
Bir yanda 15.yüzyılda İstanbul'a yeni atanan Rumeli Kazaskeri'nin o dönem zenginlik göstergesi olan maymunları katlederken Ahmet'in maymunu Lippi'yi koruma mücadelesi, bir yandan da 1955'de Rum azınılığına karşı gerçekleşen saldırıda ailesini ve kendini korumaya çalışan genç Rum Niko'nun sığındığı dükkanda bulduğu zula ile bunca yıl geçmiş olmasına karşın iki olayın kesişmesini sağlar. Bu güzel kitap her ne kadar yer ve zaman değişse, teknoloji gelişse de insanların tabiatının değişmediğini gözler önüne seriyor. Hoşgörünün ve zulmün insanlık zulasının vazgeçilmezi olduğunu ispatlıyor. Tarihi bu kadar güzel ve akıcı şekilde bizlere sunan Mustafa Kocaibiş'e ve okumamızı sağlayan Dağhan Külegeç Yayınlarına teşekkür ederim
Zula
ZulaMustafa Kocaibiş · Dağhan Külegeç Yayınları · 20208 okunma
Temel haklara ilişkin her şey -babalarının dünyasında her yerde bir yurttaş olarak hiçbir kovuşturma ve aşağılanmaya uğramadan yaşama hakkı; nerede olursa olsun, onurlu yaşama hakkı; hayatını, aşklarını, inançlarını başkasının özgürlüğüne saygı göstererek özgürce seçme hakkı; engellenmeden bilgiye, sağlığa, dürüst ve onurlu bir yaşama ulaşma hakkı‐, liste bu kadarla sınırlı değildir, bütün bunlar bir inancı, atalardan kalma bir uygulamayı ya da bir geleneği koruma bahanesiyle hemcinslerimizden esirgenemez. Bu alanda evrenselliğe doğru, hatta gerekiyorsa tektipliliğe doğru uzanmalıdır, çünkü çoğul olsa da, önce tek bir insanlık vardı.
Sayfa 90 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 971 ile 980 arasındakiler gösteriliyor.