(O'Bierne ile Lord Kitchener )
Rusya'ya varamazlar. 5 Haziran Pazartesi gece yarısı, gemileri bir Alman mayınına çarpıp batar, Hampshire'ın 650 mürettebatından on ikisi dışında herkes, Kitchener grubunun tümü ölür. Böylelikle Arap Ayaklanması'nı düşünen ilk Britanyalıyla, Yahudilerle bir ittifak öneren ilk Dışişleri tutanağını yazan diplomat Kuzey Denizi'nin buzlu sularında, dakika farkıyla, birlikte can verirler. Tarihin böylesi tuhaf ve korkunç bir bakışımı kaldırması pek ender görülür.
Ancak ölüme mahkûm çiftin çizdikleri farklı rotalar o gün artık uzla- şacak gibi değildir. Her iki rotanın yandaşları rekabeti daha da yoğunlaş- tırır. Dahası, Kitchener ve O'Bierne'in çizdikleri, taraftar kazanacak tek rotalar olarak kalmaz. Savaş sonrası, Osmanlı İmparatorluğu'ndan arta kalan Ortadoğu'nun önemli bir bölümünü tanımlama mücadelesinde yeni bir aşama başlamak üzeredir.
‘’Sınır çizgileri, pasaportlar, para birimleri hep uydurulmuş şeyler. Vatan denen hayali tanrıya uzanan ibadet biçimleri bunlar. Tarih boyunca değişmiş durmuş hepsi. Toprağın, suyun ya da havanın bölünmesi, bıçakla kesilmesi mümkün müdür? Değildir elbette. Öyleyse bunlar ne işe yarar? Ya da kıta sahanlığı?Karasuları? Sınır yok, sınırlar yok,
Merhaba :)
Kazanırsak kaybederiz serisinin 2.kitabının yorumuyla geldim . Öncelikle kitabı sevdiğimi ve keyifle okuduğumu söylemem gerek .Daha ilk kitabı okumadıysanız sizi ilk kitaba (Kazanırsak Kaybederiz: Çevrim içi ) yönlendiriyor ,daha bu kitabı okumadıysanız da bilmeniz gerekenin kitabın ilk kitabıyla arasında pek bir fark olmadığı ve
Anestezinin önemini daha iyi anlamak için, ameliyat acılarının tarihine bakalım. Ameliyatta yaşanan acıların doğum sancısıyla birlikte en şiddetli acılar olduğu düşünülür o dönemde. Ameliyat acısı, damla hastalığının ya da yüz nevraljisinin -yüzyılın i kinci yarısı boyunca hastanın çektiği en korkunç ağrı olarak görülür- neden olduğu ağrılardan farklı olarak, insan eliyle, kasten ve öngörülebilir biçimde ortaya çıkmaktadır, tıpkı işkence acıları gibi. Bu acı türü yürek paralayıcı bir ameliyat sahnesinde yer alır. Ameliyatsa 19. yüzyılın ilk yarısında kuşkusuz yararlı olması amacıyla dayatılan eski acı düzeninin hala sürdüğünü gösterir. Kamuoyunun gözünde, cerrahların cellat ya da kasapla bir tutulmasını açıklamaktadır bu da.
Bu evrende hareket eden, karma, iğrenç ve korkunç varlıklar, doğal biçimlerin yasalarını ihlal ederler: Homeros'ta Sirenler (daha sonraki dönemde tasvir edildikleri şekilde vücutlannın alt yarısı balık şeklinde, büyüleyici kadınlar değillerdi; vücutlarının yarısı yırtıcı bir kuştan oluşurdu), Skylla ve Kharybdis, Polyphemos ve Khimaira; Vergilius'ta Cerberus ve Harpyialar; ayrıca Gorgonlar (başları yılanlada kaplı, dişleri yabani domuz dişi), aslan bedeni üzerinde insan başı taşıyan Sfenks, Erinyesler, ikiyüzlülükleriyle ünlü Kentauroslar, insan bedeni üzerinde boğa başı taşıyan Minotauras ve Medusalar. Dante'den günümüze kadar çeşitli kuşaklar bir yandan kalokagathia çağı konusunda hayaller kurarken, diğer yandan da korkunç olanın bu tezahürlerinden ilham almıştır.
Herkes keyifle kahvesini yudumlamaya başladığı sırada Burcu artık zamanı geldiğini düşünerek Zeynep’e döndü ve şöyle dedi:
‘’Canım! Bizi gerçekten çok korkuttun. Yine! Bize neler olduğunu anlatmak ister misin?’’
Arkadaşları meraklı gözlerle kendisine bakarlarken,
"Tamam, tamam! Elbette anlatacağım.’’ diye cevap verdi. Zeynep.
Daha sonra
Hiçbir Avrupa gazetesi, Ermenileri imha etmek isteyen aynı Jön Türklerin Yukarı Ermenistan’da yaşamakta olan Kürtleri evlerinden ve yurtlarından sürdüklerini haber yapmadı. Ermeniler gibi Kürtler de Rusların yanında saf tutacak güvenilmez unsurlar olmakla itham ediliyordu. Kürtlerin Çapakçur, Antep ve Muş bölgeleri ile Erzurum ve Bitlis
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ
Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmağa değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?..
Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar
Ey gece yarısı!... Korkunç saat! Batıl itikatlı değilim, ama bu saat bende hep bir çeşit kaygı yarattı ve içimde öyle bir önsezi var ki şayet bir gün öleceksem, bu gece yarısı olacak. Nasıl yani! Ölecek miyim? Konuşan ben, kendimi hisseden, kendime dokunan ben, ölebilir miyim? Bunu inanmakta zorluk çekiyorum; çünkü nihayetinde başkaları ölse de, bundan daha tabii bir şey yok; buna her gün şahit oluyoruz, başkalarının ölüp gittiğini görüyoruz, buna alışılıyor; ama kendimizin ölmesi! Bizzat ölmemiz! Bu biraz fazla.
Ama varamıyor içine, insan demek ki nasıl yaşıyorsa öyle ihtiyarlıyor. Ne korkunç ... Ne korkunç şey Allahım ihtiyarlar! Geride kalmış zaman yığınının içinde bir yerde topluiğne başı kadar bir yanlışlık, rayların bir anlık yanlış makası ve bir gün ... Sedeflerin ortasında işte böyle, büsbütün karanfilsiz!
En korkunç şey faşizm hakkında, iki insan arasındaki ilişkide başlaması, yaşanan düzenin "faşist" olduğu adlandırılınca artık işin işten geçmiş olmasıdır.
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI
«Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.»
Uvertür
Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük.
*
Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
Etrafımdaki her şey hapishane; hapishaneyi hem insan hem de parmaklık ya da sürgü olarak görüyorum. Bu duvar taştan bir hapishane, bu kapı tahtadan bir hapishane, bu zindancılar insan kılığına girmiş bir hapishane. Hapishane yarısı eve, yarısı insana benzeyen korkunç, kusursuz ve yekpare bir varlık.
Sayfa 33 - Türk İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor