Birlikte yaşamanın getirdiği etkinlikleri ve genetik değişmeleri bir yana bırakacak olursak, bilincimizi giderek damarlarımızda dolaşan kanın rengine ve gözyaşlarımızın tuzuna bulaştırdık, bu da yetmiyormuş gibi, gözlerimizi içimize dönük birer aynaya dönüştürdü.
Her hareketimizden önce bütün sonuçlarını tahmin etmeye çalışsak, bunları ciddi olarak düşünsek, önce kesin sonuçları, daha sonra da hayali sonuçları düşünmeye kalksak, kımıldayamayız bile, tek bir adım atamayız.
Neden kör olduk, Bilmiyorum, belki bir gün nedenini öğreniriz, Ne düşündüğümü söyleyeyim mi sana, Söyle, Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.
her şey yolunda giderken herkesin kendine özgü düşünceleri vardır, örneğin, istersek gözlerle duygular arasında doğrudan bir ilişki olup olmadığını tartışabiliriz ya da insandaki sorumluluk duygusunun normal bir görme yetisine sahip olma sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını kendimize sorabiliriz, ama doğal gereksemeler bizi acımasızca sıkıştırmaya başladığında, duyduğumuz acı, çektiğimiz sıkıntı bedenimizin kaldıramayacağı boyuta ulaştığında, içimizdeki hayvan kendini tüm varlığıyla ortaya koyar.
Her eylemimizden önce o eylemin tüm sonuçlarını öngörmeye, ilk olarak kesin sonuçlarını, sonra kuvvetle muhtemel sonuçlarını, sonra gerçekleşmesi mümkün olanları, sonra da hayal edilebilir olanları ciddi ciddi hesaplamaya kalksak, yerimizden bile kımıldayamayacağımız da doğrudur.