önümde koskoca bir hayat var gibi hissediyordum ve eğer ömrüm ortalama bir insan ömrü kadar uzunsa daha yolun başında bile sayılırdım. fakat bunlara rağmen yoğun bir geçkalmışlık hissi boğazımda yutamadığım lokma gibi tıkılı kalmıştı. etrafımdaki insanlarla kendimi kıyaslama hatasına düşüp duruyor, herkesin hayatı çok farklı yaşadığını unutuyordum. gösterilen kadar mükemmel olan hayatların güzelliği beni geç kaldığımı düşündüğüm duygular olduğuna inandırmıştı oysaki. üstelik sanki tüm kötü duyguları da yaşamış gibiydim. eksikliğim mutluluk, diye düşündükçe daha çok ihtiyacım olmaya başladı mutluluğa. ne düşünmeyi bırakabiliyor, ne de üzüntü hazzından geri kalmak istiyordum. ve böyle anlarımda zihnimde hep aynı düşünce belirip duruyordu. henüz eşiği atlayamamıştım. bence her insanın hayatındaki yolda bir eşik noktası vardı ve bu eşik geçildikten sonra her şey yoluna giriyordu. tabii ki yolda küçük taşlar, olumsuzluklar olacaktı. bunlar ayağımızla ittirip yol boyu arkadaş olduğumuz taşlar da olabilirdi, ya da etrafından dolandığımız taşlar da. sonuç hep aynı: önemsemez ve bir şekilde atlatırdık taşları. ben de eşik dediğim bu yaşamımdaki en zorlu sınavı, sınanmayı atlattıktan sonra her şeyin yoluna gireceğini umuyordum. gelecek ile ilgili en azından inandığım bir şeyin olması benim içimi rahatlatan tek şeydi...
§
"Kendini hayatın merkezine koydu mu insan, felaketler yolunda yürüyor demektir.
Milyarlarca insanın paylaştığı şu gökyüzüne bakıp yalnız olmadığını hatırlayamamak ne kötü."
§
Her yerde siz varsınız, geri kalanı umrumda değil. Sizi nasıl, neden sevdiğimi bilmiyorum. Yüzünüzün güzel olup olmadığını bile bilmiyorum, düşünebiliyor musunuz? Muhtemelen yüreğiniz kötü, zekanızsa soylulukla ilgisi yok.
Gündemde yenilgiler olduğuna göre, bundan Tanrı'nın istifade etmesi
tabiidir. Ona acıyan ya da kötü muamele eden züppeler sayesinde, oldukça
rağbet görür. Fakat daha ne kadar zaman, hâlâ ilginç olacaktır?
Şu an dünyada bazıları Marquez'i, Yaşar Kemal 'i ya da ne bileyim Ahmet Hamdi' yi daha hiç okumadı. Aslında çok şanslılar ama bunlar ne kadar şanslı olduklarını bilmiyorlar. Bense bu yazarların hepsini okumamakla birlikte bazı kitaplarını okudum. İşte ben hepsini bitiremediğim için ne kadar şanslı olduğumu biliyorum. Belki yazdıkları tekrar tekrar okunur elbette ki olurum da. Ancak ilk defa okuduğun yazarın üslubuna yükselmek, haz almak, o ilk defa yaşayış bambaşka bir şey ya. Şu an bu yazarları ve öteki başka yazarları özenerek, çok dikkatli, bir saat tamircisinin saat tamir ederken. titizliliği nasılsa öyle okuyorum. Öyle kötü anlarda heba etmiyorum. Öyle kıymetliler ki. Misal insanın bir Marquez zamanı oluyor ya. Öyle her zaman okunmuyor. Öyle her zaman harcamamalı insan. O kafandaki bütün ruh durumu parametreleri tam o Marquezlik anı işaret etmeli ki o dünyaya tam girebilmelisin. O büyülü dünyaya girip bulunduğun yerden yok olabilmelisin. Günlük hayatın meşgaleleri, seni, kollarıyla bu dünyaya çekip Marquez'in yarattığı dünyadan ayıramamalı. Ve böyle bir güzellik hiç zamanı değilken eline aldığın için heba olmamalı. Sen sadece okurken değil gün boyu, işte, sokakta, uyurken, uyandığında, tüm ruh halinle oradaki karakterlerden biri olmalısın, biri değilsen de sen olarak izlemelisin orda yaşananları, hepsine şahit olmalısın. Olmalısın ki bir güzellik böyle yok olmamalı.
Türk atasözlerinde kadın söylemi ile ilgili bazı örnekler şunlardır:
Kadın eli kaşık sapından karadır. Bu atasözü, kadının çalışkan, üretken ve ev işlerinde becerikli olduğunu ifade eder. Kadının elinin kaşık sapını karartması, onun yemek yapma, temizlik yapma gibi evin ihtiyaçlarını karşıladığını gösterir.
Kadın malı hamam tokmağıdır. Bu
Cengiz Aytmatov ' un kalemine sağlık. Muhteşem ötesi bir eser. Bence Aytmatov ' un en iyi eseri Toprak Ana. Bu eserde savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu bir kez daha görüyoruz. Savaşın ve savaşın insanlar üzerinde etkilerini öyle güzel işlemişki ....
Toprak AnaCengiz Aytmatov · Ketebe Yayınları · 202161,1bin okunma
En açık, en rahatlatıcı hayat derslerinin çoğunu en kötü zamanlarımızda öğreniyor olmamız tuhaf bir çelişki. Fakat yemek yemeyi de en çok acıktığımızda, cankurtaran botlarını ancak denize düştüğümüzde düşünürüz zaten.