Schopenhauer, Nietzsche, Spengler, Klages ya da Heidegger'in kopkoyu kötümserliğinden bir teselli beklenebilir mi? Bunun pek çok paradokstan yalnızca biri olduğunu ve örtük olarak felsefi idealizmin içinde zaten bulunduğunu belirtmeliyiz; felsefi idealizm, tarih karşıtı ve soyut bir bakışla emperyalist dönem insanının yazgısını genel insan yazgısıymış gibi sunar. Böylece bu felsefe, farkında olmaksızın yargılarımızı paradoksa dönüştüren bir ortam hazırlamaktadır. Onun teselli dediği şey aslında alınyazısından, kaderden başka bir şey değildir. Böyle bir yaşam tarzı, kamu yaşamından uzak durmayı ve bağımlı olduğu dış dünya karşısında tam bir kötümserliği esas alır. Söz konusu eğilimin asıl amacı, bunalımın yol açtığı hoşnutsuzluğun kapitalist yapının temellerine yönelmesini engellemek ve oluşabilecek ayaklanmaların önüne geçmektir.
Görünüşe bakılırsa, burada da tam bir paradoksla karşı karşıyayız. Nietzsche, Spengler, Klages ya da Heidegger'in kopkoyu kötümserliğinden bir teselli beklenebilir mi? Bunun pek çok paradokstan yalnızca biri olduğunu ve örtük olarak felsefi idealizmin içinde zaten bulunduğunu belirtmeliyiz; felsefi idealizm, tarih karşıtı ve soyut bir bakışla emperyalist dönem insanının yazgısını genel insan yazgısıymış gibi sunar. Böylece bu felsefe, farkında olmaksızın yargılarımızı paradoksa dönüştüren bir ortam hazırlamaktadır. Onun teselli dediği şey aslında alınyazısından, kaderden başka bir şey değildir (Nietzsche'de amor fati [kaderini sevmek], Heidegger'de ölüm-için-varlık, faşizm öncesi ve faşizm dönemlerinde kahramanlığa dönüşen kötümserlik vb. örnek olarak verilebilir). Bütün bu eğilimlerin öncüleri ise Schopenhauer ve Kierkegaard'dır.
Reklam
Weil'e göre varoluşçuluk bir bunalım, Mounier'ye göre umutsuzluk, Hamelin'e göre bunaltı, Banfi'ye göre kötümserlik, Wahl'a göre başkaldırış, Marcel'e göre özgürlük, Lukacs'a göre idealizm (düşüncülük), Benda'ya göre usdışıcılık (irrationalisme), Foulquié'ye göre saçmalık felsefesidir. Bu değişik karşılıklar varoluşçuluğu gereğince tanıtıyor mu bize? Eski deyişle "ağyarını mâni, efradını cami" bir tanıma (tarife) varıyor mu? Sanmıyorum. Çünkü onlar, tanımlamaktan çok, varoluşçuluğun belli bir yanına parmak basıyorlar. Belli bir özelliğini ya da belirtisini ortaya koyuyorlar. Üstelik abartarak, büyüterek... Acaba varoluşçuluğun bütün temel özelliklerini kucaklayan bir tanımı yapılamaz mı?
Sayfa 9