Bir öğretmen Türkiye'nin neresinden gelirse gelsin köy halkına tepeden bakmamalı. Cahil muamelesi yapmamalı. Cahillik okumakla olsaydı günümüzde okumuş cahillere rastlamazdık.
Amerika’da sosyal antropoloji öğrenmekteki amacım, Türkiye’deki köyleri görmek ve araştırma yapmaktı. Köyleri çok merak ediyordum. Çünkü onların Erenköy ya da Kadıköy olmadıklarını biliyordum. Birde“Yaban”romanını okumuştum. Öte yandan, Nâzım’ın köyler hakkında yazdıkları vardı. Oraları fevkalade sefil bulmuştu. “Omuz yamçısız..bilek kamçısız..ayı ini evler” gibi tanımlamalar yapmıştı. Bütün bunlar beni araştırma yapmaya zorluyordu. Amacım, Atatürk devrimlerinin köyde ne dereceye kadar benimsendiğini saptamak, köyün bu devrimler doğrultusunda gelişmesine hizmet edebilecek bilgileri toplamaktı.
Bu araştırmalara başladığımda, bir taraftan üniversitede ders veriyordum, bir taraftan da Maarif Koleji’nde felsefe hocalığı yapıyordum. Giderek arkadaşlar da katılmaya başladı. Bütün haftasonlarını köylerde geçiriyorduk. Araba yok, ya yürüyeceksiniz, ya da kağnı arabasına bineceksiniz. Dedim ya, ne enerjiymiş! Ankara ’da köyden gelmiş, gecekonduda yaşayan çocuklar vardı, ayrıca köy öğretmenleriyle tanıştık. Onların yardımıyla köylere girmemiz kolaylaşıyordu. Satılmış Bey vardı, köy öğretmeni, o bizi kendi evine çağırdı. Çevrenin ve köylülerin bilmemesi gerekiyordu.
O arada kendime bir soru sormama izin verin: Hangisi daha iyi? Arzuya teslim olmak, tutkuyu dinlemek, acı veren hiçbir çaba göstermemek hiç mücadele etmemek ipekten tuzağın içine gömülüvermek, onu örten çiçeklerin üzerinde uyuyakalıvermek mi; güney ikliminde uyanmak, bir yazlık villanın lüksleri arasında, Fransa'da, Bay Rochester'in metresi olarak yaşamak, zamanımın yarısını onun aşkından aklımı kaybetmiş bir halde geçirmek mi? Çünkü, o, evet, bir süre için beni gerçekten sevecektir. O beni sevdi, bir daha hiç kimse beni öyle sevmeyecek. Bir daha asla güzellik, gençlik ve zarafete gösterilen o tatlı saygıyı tadamayacağım çünkü bir daha kimse bende bu özellikleri görmeyecek. O benden hoşlanıyor ve benimle gurur duyuyordu. Onun dışında hiç kimse benimle ilgili bir daha böyle bir şey hissetmeyecek. Ama ben nerelerde geziniyorum, ne söylüyorum ve hepsinden öte ne hissediyorum? Hangisi daha iyi, diye soruyorum, Marsilya'da bir aptalın cennetinde köle olarak bir saatliğine aldatıcı bir mutluluğun ateşiyle tutuşmak ve ardından pişmanlık ve utançla acı gözyaşları dökmek mi, yoksa İngiltere'nin sağlıklı kalbinde, meltemlerin estiği bir dağ kuytusunda özgür ve dürüst bir köy öğretmeni olmak mı?
Öğretmeni olan köy de o kadar azdı ki! O nedenle Tonguç, eğitmen çözümüyle birlikte deneme olarak başlattığı köy öğretmen okullarının Köy Enstitüsüne dönüşmesi için yasa tasarısı hazırladı. Meclis'te bu tasarıyı Saffet Arıkan'ın yerine gelen Hasan Ali Yücel savundu. Böylece Türkiye'nin 21 yerinde Köy
Enstitüleri açıldı. Bunlar tarıma elverişli toprağı olan köylerde sıfırdan kuruluyordu. Köylerden alınan kız erkek öğrenciler gerekli yapıları yapmaya başladılar. Öğretim süresi beş yıl. Haftada 44 saat çalışma var; bunun yarısında kültür dersi yapılıyor, yarısı tarım ve teknik sanatlara ayrılıyor. Erkeklere yapıcılık, demircilik, marangozluk, yerine göre balıkçılık; kızlara dokuma, örgü, biçki dikiş, ev yönetimi, çocuk bakımı, ipek böcekçiliği, meyve ve sebzeleri işleme yöntemleri öğretiliyor.
● Rejim cumhuriyet öğretmenlerinden fikri hür vicdanı hür nesiller yetiştirmelerini bekliyor fakat solcuların romanlarında filmlerinde ︎ köy imamıyla köy öğretmeni hay aksi, nedense hep birbirine düşüyor.
En küçük köy öğretmeni bile, tek istesin, tüm çabasını, kendi kendine karar verme yeteneğini, gemi azıya almış bu sarhoşluk tutkusundan halkı kurtarmaya adayabilir.
Allah bilir ya, ben gene almıyacaktım. Köy öğretmeni, «Hamit Ağa, dedi, sen ne diyorsun, bir trakör seksen beygir kuvvetinde...» işte o vakit eyicene aklım yattı. Seksen beygir bu!.. Evliya kuvveti be!.. Ne demek? Dağı taşı dümdüz eder.
'70'lerin ortalarında henüz boşalmamıştır köyler. İhtiyar gözler şükürle sönük. Henüz sahip olma tutkusu kurnaz elektronlarını ekmemiş yorgun genç bedenlere. Ve henüz yalnız bir gezegendir Orta Anadolu. Yüce dağlar çizer uzay ufkunu. Hasan Dağı, Erciyes, ötede Süphan. Alamancı akrabalar, Vosvos arabalar, köy öğretmeni ve tek tük antenler, uzak karayolundan motor sesleri yetmez, erken çöken akşamlarda, metropollerin ışıltılı samanyollarına kuyruklu bir yıldız gibi takılmaya.
Maraş, 4 Mayıs 1955
Ertesi gün, Maraş'ın ilkokullarını da dolaştım. Bunlar da yüreğimi biraz daha aydınlattı. Dahası var: İstiklal ilkokulunun önünden geçerken, bir sınıfta, öğretmenlerini sessiz ve hayran dinleyen öğrencileri de gördüm.
İçimden: «Okuyun Maraş yavruları, yavru kurtlar! Atatürk, eşine yüzyıllar yüzyılı zor rastlayacağımıza benzeyen o adam, hayatta yol göstericilerin en gerçeği bilimdir demiş ya, okuyun. Biraz sonra ben de, Antep'e varınca, bavulumu açacak, Sait Faik'leri, Orhan Veli'leri, Haldun Taner'leri okumağa, tekrar tekrar okumağa başlayacağım, okuyun diye bağırasım bile geldi.
Daha sonra, bir köy öğretmeni, Nabi Çalık'la da karşılaştım. Nabi Çalık: Aydınlar buraya gelmeli, toprağı avucuna almalı, sıkmalı, sıkmalı. diyor.
Nahi Çalık! Bu, su katılmamış köy çocuğu beni iyiden iyiye duygulandırıyor. Otele dönüyorum.
Otelin salonunda da Nuri Pakdil'i, beni bekler buluyorum.
Enes’in parmakları tankın altında,
Göğsüne bir gül gibi düşmüş sapankayası.
İdealini arkadaşlarına,
Ruhunu meleklere emanet etmiş.
Sıkı sıkıya tutuyor fırlatamadığı taşını.
Bunun için savaşır Filistinli çocuklar,
Seyrederek Enes’in nâşını…
Enes’in dudağında kan vardı,
Gözlerinde ışık.
Bin not düşmüş gömleğinin cebine;
“Şehitler ölmez, bilirsin
Şu var ki Köy Enstitüleri'nin yarattığı yeniliklere düşman olanlar, bu halleri sebep göstermiyor, sadece Enstitüler'in komünizm yatağı olduğunu söylüyorlar, İsmail Hakkı Tonguç'dan "Tonguç Baba" diye bahsederek, bir komünist kundakçısı olduğunu ima etmeye çalışıyorlardı.
Bir aralık halka ve köye yaklaşmak, bir ıslahat yolu tutmak ister gibi görünen demokratlar, İktidara gelince, her şeyin değişeceğini umdum, fakat öğretim işlerine en yakın olması lazım gelen Prof. Fuat Köprülü'nün "Tonguç Baba" sözünü düşmanca bir tavırla ağzından düşürmediğini ve tıpkı Tevfik İleri gibi Köy Enstitüleri hareketine kin ve nefret beslediğini hayret ve elemle gördüm. Büyük eğitimci İsmail Hakkı, yılları dolduran hizmetleri hiçe sayılarak, mevkiinden atıldı. Bir ortaokula resim öğretmeni diye gönderildi, sonra oradan da atıldı ve komünist diye aleyhine boyuna dil uzatıldı. "Suçum varsa beni adaletin huzuruna yollayın, hesabım görülsün" diye defalarla yaptığı müracaatlar hiçe sayıldı. Kendisini gözden düşürülmek İstendiği günlerde sık sık aradım, karşılaştığı çileyi olgun idealistlere yakışır bir şekilde taşıyordu. Şuna eminim ki Tonguç'un değerinin anlaşılacağı gün gelecektir.
Bütün kötülüklere halkın cehaletinin neden olduğuna inandığı için üniversiteden ayrılarak narodniklere, halkçılara katıldı; köy öğretmeni olarak, öğrencilerine ve köylülere doğru bildiği her şeyi cesaretle öğretti, yanlış saydıklarını da eleştirdi.