Öyle yapacağım. Bir zamanlar bir çift New Englandlı oğlan varmış ikizlermiş. İyi h uyluluk, zayıf ahlak ve kişisel görünüm açısından benzerlermiş. Pazar Okulu'nda örnek gösterilirlermiş. George, on beş yaşında bir balina gemisinde miço olarak çalışma ve Pasifik'e açılma fırsatı yakalamış. Henry köyde, evinde kalmış. On sekiz yaşındayken, George, gemide tayfa ve Henry ise i leri seviye İncil dersi öğretmeni olmuş. George, yirmi iki yaşına gelfiklerinde, denizde ve Avrupa ile Doğu limanlarındaki denizci pansiyonlarında kazandığı kavga alışkanlıkları ve içki alışkanlıkları sebebiyle, Hong-Kong'da basit bir kabadayı hal ine gelmiş ve işsiz kalmış; Henry ise Pazar Okulu'nun amiriymiş. Yirmi altı yaşında George bir boş gezen, bir berduşken; Henry köy kilisesinin papazıymış. Sonra George eve dönmüş ve Henry'nin misafiri olmuş. Bir akşam, adamın biri evin önünden geçiyormuş ve Henry acınası bir gülüşle şöyle demiş, "Rahatsızlık verme niyeti olmaksızın, şu adam bana her gün canımı acıtan fakirliğimi hatırlatıyor, çünkü yanında yığınla para taşıyor ve hayatının her akşamında buradan geçiyor:' Bu dış etki bu yorum George için yeterliymiş, ama adama pusu kurup onu soymasına sebep olan, bu dış etki değilmiş. Bu dış etki sadece on bir yılın birikimi olan bu tip etkileri temsil ediyormuş ve uzun süren gebelik dönemlerinin hazırlamış olduğu eylemi doğurm uş. Henry'nin aklına adamı soymak hiç gelmemiş onun külçesi yalnızca temiz su buharına maruz kalmış; ama George'unki civa buharına maruz kalmış.
Kirizmanın ne olduğunu biliyor musunuz? Toprağı bir metre derinlikte kazacaksın. Altını üstüne çıkaracaksın. Üstünü alta indireceksin. Böyle böyle bütün tarlayı alt üst edeceksin. Asmalar bu toprağa döşenecek. Biz aldık bunu. İşte çocuk aklı. Otuz santim, kırk santim kazarak bitirip verdik on günde. Tarım öğretmeni geldi: "Oho oho! Aferin aslanlara! Maşallah maşallah! Bravo bravo bravo! Gelin bakalım bir ölçelim!" dedi. Bir kazma aldı. Sapı şöyle bir metre. Ters getirdi. Soktu toprağa. Çöktü üzerine. Otuz kırk santim gitti. Daha fazla gitmez. Başka yerleri denedi. Bütün tarlayı yoklayıp bitirdi. Hepsi aynı:" Yahu hep böyle mi yaptınız? Ben de sanıyorum, iyi kazdınız..." Sonunda, "Haydi çark, yeni baştan!" dedi. Yeni baştan başladık. Bu kez öyle on gün değil, kırk günden fazla uğraştık.
Sayfa 25 - Literatür Yayıncılık
Reklam
Savaştepe Köy Enstitüsü öğretmeni Nazif Evren şöyle diyor: “Bir ayda iki bina yapıveren öğrenciler, dinlenme saatlerinde bile okuyorlardı. Cepleri kitap ve dergi doluydu. Akşamları çamlara asılı fenerlerin ışığı altında, çamlıkta okuyorlardı. Köy Enstitülerinden yetişenler, öğrencilik dönemlerinden başlayarak yoğun bir şekilde okudular. Çocuklarını, öğrencilerini de okuttular. Bugünkü düzeylerine okuma alışkanlıklarını yaşamları boyunca sürdürerek geldiler. Bana göre okuma işi budur” Sürdürüyor Evren: “Bir gün Eskişehir’den bir taksiyle üç kişi geldi Çifteler Köy Enstitüsü’ne. Öğrencilerin bavulları arandı. Eğitim konusunda Hasan Âli Yücel, Hakkı Tonguç, Rauf İnan, Fuat Baymur, Muvaffak Uyanık, Refik Durlu, Kemal Kaya, Halil Fikret Kanat, Fuat Gündüzalp gibi yazarların kitapları, Varlık ve Gökbörü gibi dergiler ve klasiklerden kitaplar vardı. Sabaha kadar bunlar incelendi. Soruşturmacılar yapıtlarından bir şey anlamıyorlardı. Dilimin döndüğü kadar kendilerine açıkladım. Yalnız Halil Fikret Kanat’ın iki ciltlik pedagoji kitabına takıldılar. Bunların kabı kırmızı idi, hem de adı bir tuhaf…”
Sayfa 37 - Literatür
... bilim dünyası onunla övünürken ve bir çok Matematik bilgini ondan önemli buluşlar beklerken, bu genç profesör, kendi arzusu ile üniversitedeki eğitim ve öğretim çalışmalarına son veriyordu. Herkes, "Ama neden?" diye birbirine soruyordu. Genellikle bu soruya verilen cevap şöyleydi: "Niçin mi diyorsunuz? Bir köyde, sıradan bir köy öğretmeni olmak için!.."
Hamdi Akçaoğlu: “Bir 24 Kasım Öğretmen Günü’nde salon ağzına kadar dolu. Öğretmen okulunun öğrencileri, konuklar, vali, eğitim müdürü vb. Okulun tarih öğretmeni kürsüde, Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğunu, kız öğrencilerin çocuk düşürdüğünü söylemeye başladı. Bunun üzerine yerimden fırladım ve mikrofonu elimden aldım. Bu okul benim mezun olduğum eski Gölköy Enstitüsü idi. ‘Sen Köy Enstitülerini bilmiyorsun. Bu okulda para babalarına hizmetkâr, ağalara çoban yetişmiyordu. Burada adam yetişiyordu, adam!...’diye bağırdım…”
Sayfa 50 - Literatür
Kafadaki Taş
Çinli Zen öğretmeni Hogen, ufak bir köy tapınağında tek başına yaşarmış. Bir gün dört gezgin keşiş düşer, avluda ateş yakıp ısınmak için izin isterler. Ateş yakarlarken, Hogen onların öznellik-nesnellik tar­tışması yaptıklarını duyar. Aralarına katılır: ·Bakın şu koca taşa! Kafanızın içinde mi dışında mı varsayarsınız onu?• diye sorar. Keşişlerden biri yanıtlar: Budacılık açısından tüm nes­neler usumuzun somutlaştınmlarıdır. Bu durumda, 'Taş kafamızın içindedir.' demem daha. doğru olacaktır. «Böylesine kocaman bir taşı kafanın içinde taşıyıp du­ruyorsan, yaman ezer bu yük seni!» diye yerleştirir Hogen.
Reklam
485 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.