Ama şimdi kitabın başından beri adı geçen ama bir türlü başlayamadığımız bölüme nihayet geldik. Henüz çok popüler olmasa da önümüzdeki birkaç yıla damgasını vuracak çok ama çok önemli bir konu; "mikrobiyota". Peki, tam olarak nedir bu mikrobiyota? Her ne kadar siz göremeseniz de vücudunuzda bir sürü mikroorganizma yaşamaktadır. Halk arasında bu küçük canlılara "mikrop" da denir. Mikrobiyota ise bir arada yaşayan bu bakteri, mantar ve çeşitli mikroorganizmaların hepsini birden ifade eden genel bir terimdir. Yani tam anlamıyla söylemek gerekirse bildiğiniz mikrop yuvası işte. Peki, bu mikrop yuvaları ile insan arasındaki temel ilişki nedir?
Sayfa 157Kitabı okudu
Türlerin Kökeni kitabından...
❝ İnsan başkalaşım yaratmaz. Yaptığı, yalnızca organik varlığını bilmeden yeni yaşam koşullarının içine sürmektir. Bunun düzenlenmesi için harekete geçen Doğa, böylece çeşitliliğe etken olur. Ne var ki, insan, kendisine Doğa tarafından sunulan çeşitlilikleri seçebilir ve seçmektedir de. Böylece bu çeşitliliklere istediğince sahip çıkmaya çaba gösterir. Örneğin, kendi yararı ya da zevki için hayvan ya da bitkilere şekil vermeye çalışır. Bunu belirli bir yöntem uyarınca istemiyle yapacağı gibi, kendisine en yararlı gördüklerini koruyarak hem bilinçsizce, hem de soylarını değiştirmeyi amaçlamadan da yapabilir... Hepsi de hayatta kalamayacak kadar çok yaratık doğmaktadır... Yaratıklardan birinin rekabet alanına giren başka biri Üzerindeki yaşça ya da mevsimlik üstünlüğü veya ortamın fiziksel koşullarına çok küçük bir derecede bile göstereceği uyum üstünlüğü, terazinin kefesini onun lehine çevirecektir. ❞
Reklam
‘Tarlalar’ ülkesi Polonya
“Polonya’nın Almanya sınırına sadece altı kilometre uzakta ve küçük bir kasaba olan Kozlowa Gora’da yaşıyorduk. Komşularımızın çoğu Alman kökenliydi. Okulda Almanca öğrenmeye başladık. Ve bu dili kasabadaki tabelalarda görmeye ya da insanları Almanca konuşurken duymaya alıştık. Soyadımız ‘Gut’ olduğu için, çoğu insan bizim Alman kökenli olduğumuzu varsayıyordu ama ailem son derece vatanseverdi. Biz Polonyalıydık. Bundan gurur duyacak şekilde yetiştirilmiştim. Okuldaki Tarih dersi bana, yüzyıllar boyunca batıdan Almanlar, kuzeyden İsveçlilerle Litvanyalılar, doğudan Tatarlarla Ruslar, güneyden de Macarlar tarafından defalarca işgal edilen ülkemin acıklı tarihini öğretmişti. Güzel Polonya, adı ‘Tarlalar’ anlamına gelen bu ülke, Avrupa’nın en elverişli tarım alanına sahip ülkesiydi ve bu diğer ülkeler onun hasadını toplamak istiyorlardı. Biz Polonyalılar, toprağımıza el atmaya hazır ülkeler tarafından çevrelendiğimizin farkındaydık. Bu bilinç, ülkemize ve kimliğimize daha da sadakatle bağlanmamızı sağlıyordu.”
Ama insan, kendi küçük çapında, matematiksel açıdan mucizevi bir başarıydı gerçekten.
Uzun lafın kısası, ilk karımla sorun, hayat ritimlerimizin farklı oluşuydu. Küçük burjuvanın daima biraz katı, ürkek, yapmacık ve şaşkın bir hali vardır; özellikle de evinden ve çevresinden uzaklaş tırıldığında. Çocukları böylesine korkuyla karışık bir güvensizlikle hayata atılan başka bir sınıf tanımıyorum. Bu kadın, yani ilk karım daha mutlu şartlarda, bir basamak aşağıda ya da yukarıda, yani daha özgür doğsaydı, bana belki de bir kadının bir erkeğe verebileceği her şeyi verirdi.
Toplumlar bize bir yandan anlamlı yaşamanın gereği olan düzeni sağlarken, öte yandan bireyin kendisini gerçekleştirebilmesini engelleyici sistemler de oluşturabiliyor. Dolayısıyla, insan doğasının karşıt eğilimlerini toplum yapısı içinde de gözlemleyebiliyoruz. Oysa insan kendi küçük dünyası içerisinde, kendisinden ya da çevreden kaynaklanan yıkıcılığı belirli ölçüde denetim altında tutabilme yeteneğine sahip olduğu halde, toplumdan kaynaklanan yıkıcılığa karşı koyabilecek güçte değil. Bunun yarattığı ürküntünün, birçok insanın önce toplumun değişmesi gereğini savunarak kendi yaşam sorumluluklarını görmezden gelmesinde önemli rolü olsa gerek.
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.