Sözünü ettiğimiz dönemde kentlerde, biz çağdaş insanlar
için tasarlanması bile güç pis bir koku hüküm sürmekteydi.
Caddeler gübre kokardı, avlular sidik, merdivenler çürümüş
tahta ve sıçan yağı, havalandırılmayan odalar küflü toz,
yatak odaları yağlı çarşaf ve nemli kuştüyü yorgan kokar,
lazımlıkların o keskin tatlı rayihasıyla dolardı.
Gece olmuş ve ben Küflünün Meyhanesine düşmüştüm. O eski tarihi ahşap kapının gıcırtısında içeri moralim bozuk dalmıştım. Küflü beni görünce her zaman ki yerime beyaz dantel işlemeli sokağın en loş yerine bakan masayı göstermişti.
"Hoş geldiniz amirim."
"Eyvallah Küflü, her zamanki gibi ortaya meze, büyüklere saygımızdan bir ufak
9-10 yaşlarındayken evimizin yanındaki parkta, bi duvar kenarında yatıp kalkan, orada yaşayan bi adam vardı. 30'lu yaşlarında, siyah beresi, krem, kirlenmiş kazağı, yırtık kadife pantolonu ve artık dikkatli bakınca yırtıklarından ayakları görünen ayakkabılarıyla çocukları izlerdi.
o adamı oradan gidene kadar ben bi daha hiç doyasıya mutlu olup
"Aslında çok farklıyız. Bir araya gelmemiz mucize. Sen abartısız tutku, abartılı seks, bol yeşillik ve beyaz şarap seviyorsun. Bense saplantılı tutku, duygusallık, küflü peynir ve bira. Boş ver. Böylesi daha iyi. Seni daha az özlerim."
Düşle hakikât arasında ritmik sallanan,
Umudu ve umuru olmayan tek kahraman...
Koca dünyayı bir lokmada yutar, semirir
Mahzene tıkılmış da küflü peynir kemirir.
Ali Cemâl