Kuşku yok ki Şeyh Galip İstanbul’un büyük yangınlarını gördüğü için böyle âteş redifli gazeller yazabildi. (Bakınız; Beşir Ayvazoğlu, Kuğunun Son Şarkısı): Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş (….) Zemin âteş zaman âteş bütün nakş u nigâr âteş. Ve kuşku yok ki Şeyh Galip böyle âteşe redifli gazeller yazabildiği için ömrünün yangınlarını kazasız belâsız atlatabildi. Çünkü yazı, bir yanı âteş bir yanı uçurum olan hayat bıçağının sırtında durmanın en emniyetli yolu. Yandıkça yazarsınız; ama yandığınız için değil, yanmamak için yazarsınız. Bu yüzden şiirin yangını olabilir en fazla. Yangının şiirinden söz edilemez.
Nazan Bekiroğlu
Nazan Bekiroğlu
Dede Efendi
Şûrîde vü şeydâ kılan yârin cemâlidir beni
Sayfa 118 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
Ey çeşm-i âhû hicr ile tenhâlara saldın beni
Sayfa 114 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
1778'de Batı müziğinin en büyük bestecilerinden biri olan Bach öleli yirmi sekiz yıl olmuştu. Kırk altı yaşındaki Haydn olgunluk çağını yaşıyor ve en önemli eserlerini veriyordu. Beethoven sekiz, Mozart ise yirmi iki yaşındaydı. Dört yıl sonra da İtalya'da Paganini doğdu. Yani Haydn, Mozart, Beethoven ve Paganini, Dede Efendi'nin çağdaşları idiler.
Sayfa 111 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Dede Efendi
Klasik musiki onunla birlikte genel çözülüşün tam aksine şaşırtıcı bir yükselişe geçerek beş yüz yıllık maceraya harikulade bir "temmet" işareti çekmek ister gibiydi. Bu, kuğunun son şarkısıydı.
Sayfa 111 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Şeyh Galib'in hayatı etrafında bir roman yazmayı ilk düşünen Muallim Naci'dir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın büyük romanında da Mümtaz, Şeyh Galib'i konu aldığı bir roman üzerinde çalışmaktadır. Hüsn ü Aşk şairinin, III. Selim'in kız kardeşi Beyhan Sultan'a duyduğu iddia edilen aşkla kendi aşkı arasında paralellikler kuran Mümtaz, sevgilisi Nuran'ı sık sık Beyhan Sultan'ın çehresiyle görür...
Sayfa 98 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
Sultan Hamid'i damdan indirdiler Annesini ve oyuncak trenini istedi Bir de Şeyh Galib'in beyitlerini Cahit Koytak
Sayfa 96 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Bir hûr idi kim şerâb-ı âteş Galib Âteş doludur, tutma yanarsın, Karşında şu gülgûn piyâle! Haşim
Sayfa 92 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
...beş yüz yıllık birikimiyle karşılarında bir heyula gibi duran ve inanılmaz zenginliklere sahip olan divan şiiri, Galib'in getirip bıraktığı parıltılı noktada hâlâ gözleri kamaştırmaktadır. Ve bu şiirin ölmeyen bir tarafı vardır; şiirimizin damarlarında bir usare gibi, Tanzimat şairlerinin pek farkına varamadıkları bir akışkanlıkla, fırsat bulur bulmaz yepyeni bir hayatiyetle gün ışığına çıkmak üzere dolaşmaktadır. Bu nektar, bu saf şiir usaresi Galib şiirinin imbiğinde damıtılmıştır.
Sayfa 87 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Âyine-i sîm-i havza her dem Tasvîr olunurdu başka âlem (Şeyh Galib) Seyreyleyelim eşkâl-i hayâtı Ben havz-ı hayâlin sularında (Ahmet Haşim)
Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Reklam
Kâküllerini ol mehin ey şâne dokunma Zencîri kırar bu dil-i dîvâne dokunma ... Şâhım senin Esrâr sadakatli kulundur Lutfeyle o dervîş-i perîşâna dokunma
Sayfa 76 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Galib sadece padişahtan değil, annesi Mihrişah Valide Sultan ile kız kardeşleri Beyhan ve Hatice Sultan'lardan da büyük yakınlık görmüştür. Sultan hanımlar tarafından 'Pamuk Şeyh' diye anılan Galib'in sarayla bu içli dışlılığı, Beyhan Sultan'la aralarında bir gönül ilişkisinin bulunduğuna dair rivayetlerin çıkmasına da sebep olur.
Sayfa 69 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Aşk mesnevileri içinde, hiç şüphesiz, klasik aşk anlayışına aynı zamanda bir temmet işareti çekmiş olması bakımından Hüsn ü Aşk'ın çok ayrı bir yeri vardır.
Sayfa 49 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
:D
Âşıkın çıkardığı âh'ın adı 'zefre'dir. Bu âhı çıkaramayan âşık, sıcak hava kalbin üst kısmındaki soğuk kısma girerek rutubete dönüştüğü için aşkını ağlayarak açığa vurur.
Sayfa 46 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Geleneğe göre, Hacı Bayram-ı Veli'nin halifelerinden Göynüklü Akşemseddin'le cezbeye ve melamet neşvesine sahip olan Emir Sıkkînî arasında ciddi bir meşrep farklılığı varmış. Hacı Bayram bu yüzden onların arasını ateşten başka hiçbir şeyin temiz edemeyeceğini söylermiş. İki halife şeyhlerinin ölümünden sonra Göynük'te postu serip irşada başlarlar; ancak bütün müritler Akşemseddin'e tâbi olur. Müritsiz kalan Emir Sıkkînî rakibinin meclislerinde bir köşede oturur, zikre katılmaz. Bu durumdan rahatsız olan Akşemseddin, öfkesini ''Zikre mülazemetin lazımdır, yoksa senden şeyhin tacını alırız!'' diye ifade edince, Emir, ''Madem öyle, yarın bizim eve gelin, size hırka ve tacı teslim ederiz!'' der. Ertesi gün evinin avlusunda büyük bir ateş yaktıran Emir Sıkkînî, cuma namazından çıkıp gelen Akşemseddin ve müritlerinin gözü önünde hırka ve tacıyla ateşe dalıverir. Bir süre sonra zerrece etkilenmemiş olarak çıkar; yanan sadece hırka ve taçtır. O günden sonra Emir'in yolunu takip eden Bayrami melamileri ne hırka giyerler, ne tac.
Sayfa 45 - Ötüken NeşriyatKitabı okudu
Resim