...Türkiye çok sağlıklı, çok albenili, çok yaratıcı bir ülke olabilirdi...Yönetici çıkarlarıyla toplum çıkarlarının çatışması önlenebilse, hiç değilse bu çatışma açığa çıkarılabilseydi...
Ne yapmalı ki bizim yöneticiler kendilerini tıpkı Osmanlı sultanları gibi "devletle" özdeş görürler ve kendi " âli menfaatlerini" devletin âli menfaatiymiş" gibi sunarlar köylü yığınlarına...
Bunu benimseyen ve düşünen beyinleri de, zindan zindan süründürür; ezer, bitirir, mahvederler...
Çağdaş dünya tıpkı geçen yüz yılın başında olduğu gibi, "Türkiye'de hukukla insan haklarına karşı ne kadar saygı bulunduğu" konusunda boşuna mı o kadar kuşkuya düşüyor?
"...Kitlelerin geçmiş ve gelecek bilincinin yoksunluğunu en çok da siyasetçiler sömürür.
Örneğin sanki tarihin gerçek payesini siyasetçiler saptarmış gibi, kitlelerin gururunu pompalamak için her fırsatta bağırıp dururlar:
-Anlı tarihimiz, şanlı tarihimiz..."
"...Tarih ve hukuk bilincinden yoksunluğun bedelini, akıl almaz belalardan geçerek çok ağır ödedi Türk toplumu...
Bugün yıllık enflasyon oranı yüzde 100' e doğru gidiyor...
Peki 400 yıl önce durum nasıldı?
1597' de Vezir-i Azam Yemişçi Hasan Paşa'nın kendisinden para isteyen Padişah III. Mehmet'e gönderdiği yazıdan birkaç satır:
"Hazine (yani para ) olmaduğundan aklımız başumuzda değildür, eğer memleket mamur olup akça tahsili mümkün olsa devletlu padişahumdan sakınurmuydum? Memleket ve kul cümlesi padişahumun değilmidür?..."
...
Görüyorsunuz ki objektif ve matematiksel değerlendirmelerin mantıksal pençesi, her zaman için duygusal böbürlenmelerin üstüne limon sıkıyor.