"İnsanlar artık Tanrı'dan korkmadıklarında, O'nun yasalarını hiç tereddüt etmeden ihlal ederler. Tanrı korkusu kaybolduğunda, bunun sonuçları caydırıcı olmaz."
– A. W. TOZER
Kutsal korkuyu kaybetmenin ilk işaretleri belirsizdir – o kadar belirsizdir ki, biraz daha odaklanmamız ve bu önemli noktayı detaylandırmamız gerekir.
Abdullah Küçükkaya | Yamalı Yürekler
Merhabaa
Sizlere kapak tasarımıyla içimizi açan, sıcacık yapan ama içeriğiyle de bizi yer yer güldüren, yer yer hüzünlendiren bazen de sinirlendiren bir kitapla geldim.
“Gözyaşı ne kadar kederli akarsa o kadar iz bırakırdı düştüğü yere.”
Hikayemiz Sivas’ın Yamalı köyünde geçmektedir. Yamalı köyü, Eğri
Sanatçı ruhuyla duygusal davranan, hiçbir zaman idari ağır sorumluluk yüklenmemesi gereken, kırılgan, kişisel zaafları olan, kumar seven, gençliğinden beri dengesiz harcamaya alışmış, sürekli çok paraya gereksinim duyan, alıngan ressam Osman Hamdi’den ülkenin kültür varlıklarını koruması istenmişti. Bunun büyük bir hata olduğu acı deneylerle görüldü: Magnesia, Priene, Milet, Didim, zincirli, Efes, Trysa, Bergama başta olmak üzere, eserlerimizin götürü yıllarca sürerek büyük soygunlarla kanıtlandı. Bu dönemde Osman Hamdi, ofisine birkaç 100 metre uzaktaki Ayasofya’nın haziresinde bulunan ikinci Selim türbesinin çinileriyle, piyale paşa caminin çenelerinin Fransızlar ve almanlar tarafından soyulmasından da haberi olmamıştı.
Uyuşturucu madde ya da kumar tutkuları engellemesi güç dürtülerdir. İnsanın varoluşuna bir anlam katamamış olmanın, boşluğun, kendini değersiz bulmanın ve yalnızlığın anlatımıdır.
Neden, neden daha yaşam yolunun başlangıcında can sıkıcı, renksiz, silik, tembel, duymaz, yararsız, mutsuz kişiler olup çıkıyoruz bizler. İki yüzyıllık tarihi var şu kentin. İçinde yüz bin kişi yaşıyor. Ama ne geçmişte ne de şimdi, bir tek kişi yok ötekilere benzemeyen. Kendini yüce bir amaca adamış tek bir kişi yok. İnsanda kıskançlık duygusu ya da öykünmek için tutku uyandıracak ufacık yetenekli bir sanatçı, bir tek bilim adamı yok. Sadece arabalara kurulup gezer, yer içer, uyur, sonra da ölürler... Sonra başkaları doğar, onlar da yer içer, uyur ve can sıkıntısından büsbütün aptallaşmamak için yaşamlarını iğrenç dedikodular, votka, kumar ve birbirlerini mahkemeye vermekle renklendirirler... Karılar kocalarını aldatır; kocalar yalan söyler, olup biteni görmezden, duymazdan gelirler... Ve bütün bu bayağılıkların etkisi çocukları karşı konulmaz biçimde ezer, onlardaki Tanrısal kıvılcımı söndürür ve onlar da tıpkı anaları babaları gibi, birbirinin benzeri, aynı zavallı cesetler olup çıkarlar.
Sayfa 105 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Ben ölürsem, ona hiç haber vermeyin
"Sevmekten bıktı, hiç yazmadı "düşünsün
Onu ne kadar sevdiğimi de ona demeyin
Hayat bu, kumarda yaşayıp aşkta ölürsün
Öyle kumar falan dediğime de bakma
Oynadığım tek kumar aşk denen bu illetdi
Oysa mutluluğunu koydunsa ortaya
Felek o zaman seni gençliğinden etdi
Her gün her gün ölmekten bıktım
Belki de günahım aşırı sevmekti
Belki de sadakatın dozunu kaçırdım
Bunun içinde dayanamayıp beni terk etdi
( Ben )
Yaşamak | Yu Hua
"Mutlu olduğun sürece fakir olmak utanılacak bir şey değildir."
Fugui zengin bir ailenin tek erkek evladıdır. Çapkınlık ve kumar peşinde koşarken ailesinin tüm mal varlığını kaybetmesinin ardından yaşadığı hayat anlatılıyor.
"İnsanların unutmaması gereken dört kural vardır: Yanlış söz söyleme, yanlış yatakta uyuma, yanlış eşikten girme, elini yanlış cebe atma."
Çin'in komünizm sistemine geçtiği dönemde halkın çektiği sıkıntıyı anlatan bir kitap. Fugui tüm mal varlığını kaybedip, aklını başına devşirirken başına gelen şeyler, aile saadetinin kayboluşu, çok zenginken fakir ve muhtaç bir hale gelmesi ve birçok kayıp yaşaması anlatılıyor. Konusu, yazılışı yönünden herkesin seveceğini düşünüyorum. Yaşama dair sevmek, kaybetmek, affetmek, mutlu olmak, aile ... Bir çok şey bu kitabın içindeki yaşam öyküsünde.
“Ne olursa olsun, senin beni ziyan ediyorsun diye suçladığın hayat, zaten o kadar değerli bir şey değil. Kumar oynuyorsam bile, bozuk parayla oynuyorum sayılır”