Alan W.Watts bir yerde şöyle yazar: "Alışılmış şeylerden kurtulmayı istemek onları aşağılamak değil, onlarca aldatılmaya boyun eğmemektir." Bu sözü sürekli tekrarlamak gerekir.
Hislerin farkında olmakla, onları değiştirmek için harekete geçmek arasında mantıksal bir fark olsa da, Mayer uygulamada bu ikisinin el ele gittiğini görmüştür: Berbat bir ruh halinin farkında olmak, aynı zamanda ondan kurtulmayı istemek anlamına gelir.
Canınızı sıkan bir düşünceden kurtulmak istemek gayet
normal. Hatta tüm yaşamınız boyunca yapmaya çalıştığınız
şeyin bu olduğu düşünüldüğünde, bu beklenen bir durum.
Ancak bir şeyden kurtulmayı istemekle, bu şeyle aktif olarak
mücadele içinde olmak oldukça farklı şeyler. Farz edelim,
artık istemediğiniz eski bir arabanız var ve en az bir ay boyunca
arabanızı satma şansınız olmayacak. Hem arabadan
kurtulmak isteyip hem de hala arabanın sizde olduğunu kabul
etmek mümkün. Sırf hala bu eski araba sizde diye, arabanın
camını çerçevesini indirmeniz, kendinizi mutsuz etmeniz veya
her gece içip sarhoş olmanız gerekmiyor.
Üçüncü haftanın sonunda, öğle saati zengin baba çalıştığımız yere çıkageldi. Mağazaya girince Bayan Martinde kucaklaştı. İşlerin nasıl gittiği hakkında bilgi aldıktan sonra dondurma dolabına yönelip içinden iki çubuk dondurma çıkardı, parasını ödedi, Mike’la bana işaret etti. Hadi gelin çocuklar, şöyle bir dolaşalım.
Elindeki dondurma çubuklarını
"Bir yandan geleneksel yapıyı sürdürmeye çalışırken, diğer yandan kentin içine nüfuz etmeye çalışarak dışlanmışlık duygusundan kurtulmayı istemek, geçiş toplumunun yaşadığı çelişkilerin temelini oluşturmaktadır."
İnsan zaman zaman aklının almadığı işlere kalkışır. Zaten aklınızın aldığı işler pek de yaşanılabilir kılmaz bu hayatı. Aklı başında olmak kötüdür diyemem ama deliliğin verdiği heyecanı da görmezden gelemem. Kendinizi anlayamadığınız zamanlar olur, öyle ki, "Bu ben değilim!" bile diyebilirsiniz. Hatta gün gelir o zamanları özleyebilirsiniz. Söz sahibinin aklınız değil de kalbiniz olduğu o anları...
Bu başka bir şey işte adını koyamadığımız, sonuna varamadığımız ve kaçıp kurtulamadığımız bir şey. Bir ad aramak, bir son beklemek ya da kaçıp kurtulmayı istemek doğru mu bilmiyorum. Sadece şunu biliyorum. Umulmadık bir anda âşık olabilirsiniz, kalbi hafife almayın. Ve bir an aşktan kaçtığınızda sanabilirsiniz ama şunu da unutmayın:
"Aklın gidiş biletini aldığı yerde kalp çoktan dönüş biletini ayırmıştır."
İyi yolculuklar...
“İnsanın kendini konumladığı yer sebebiyle Mina. Malum,
insan kendini kurban olarak konumlar. Yaşamının
sorumluluğunu almadan, ‘Onun yüzünden, bunun
yüzünden’lerle kendine acıyarak yaşar. Kendini bir zavallı,
birtakım kişi ve durumların acınacak sonucu olarak görmeye
alışmıştır. Şimdi söyle bana, böyle birini kim sever ki?
Acınacak halde olan ve öyle kalacağına da inanılan birini kim
sever ki? Acımak başka şeydir, sevgi başka şey. Böyle birine
ancak acınır ve acımak, içeriği son derece yanlış anlaşılmış
düşük bir duygudur. İçinde sevgiden eser yoktur. Aksine
içeriğinde kendine yabancılaştırmak, aşağı görmek ve hatta
uyandırdığı suçluluk duygusu sebebi ile o açmandan
kurtulmayı istemek vardır. İşte insan da kendine acıdıkça her gün baş başa olduğu bu kişiye yani kendine
yabancılaşarak, suçluluğunu besleyen varlığından sadece
kurtulmak istemekte ve ısrarla, bilinçsizce kendini sabote
etmektedir. Kendilik nefretinin kaynağı, en büyük belamız
olan kendini kurban görme hastalığıdır.”