Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin!
Bir gece yarısı Kitap'tan okuduğum bir cümle beyin hücrelerimin duvarlarını paramparça edip, kalbimin en ıssız köşelerini bile büyük bir gürültüyle sarstı; "Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin!" Sanki yeryüzüyle gökyüzü birleşmiş ve vücudum ikisi arasında sıkışmıştı. Ayak bastığım yerler durmaksızın daralıyodu. Kapana kısılmış gibi çaresiz, başımı ellerimin arasına alıp kapandım odanın ortasında. Bir dostun sırrını saklayamamış gibi, utanç halinde kendimden uzaklaşmaya çalışıyordum. Günlerce aynı şeyi tekrarladım durdum; Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Oysa ihaneti içselleştirmiş ve adeta üzerinde şık duran bir aksesuar gibi taşıyan insanların yaşadığı bir kent burası. İhanetin sınırlarını zorlayan insanlarla dolu ortalık. Ailesine, sevgilisine, arkadaşlarına, kendisine, dünyaya, kelimelere, kuşlara ve etrafında, zihninde ne varsa ihanet edebilmeyi doğal bir yaşam alışkanlığına dönüştürmüş insanlar topluluğu. İhanet edilmemiş ne kaldı ki? Bu kadarı fazla artık. Bu kadarı çok fazla.
Yeniden doğmak için insanın kendindeki bazı şeyleri ölüme terk etmeyi bilmesi gerekir. Kuş, sağlıkla parlayan yeni tüylere karşılık yıpranmış tüylerini dökerken böyle yapar. Bu, onun için yaşamsaldır: Tüyleri mükemmel durumda değilse uçamaz. Bizim için de böyledir. Tüy değiştiremememiz, geçmişten kopamamamız, çoğu kez ilerlememize ayak bağı olur.
Reklam
Bir insanın yalnızlığı üzerine söylenecek o kadar söz vardır ki! O kadar büyüktür ki yalnızlık. O kadar kalabalıktır ki. Dünyayı dolduran canlılardan uzak bir hayat yaşamak ya da binlerce bedenin arasında olup hiçbirini dinlemeden ilerlemek. Hepsi de yalnızlığın türleridir. Hapishanelerdeki tek kişilik hücreler bazılarını delirtip kendi isimlerini bile unuttururken bazılarını da Tanrı’ya dönüştürür. Ama ne olursa olsun önemli olan tek şey pişmanlıktan arınmaktır. Kendini yalnızlık okyanusuna can simidi olmadan, boğulmak üzere bırakmış bir insan, içindeki dibe sürüklenirken devirdiği her metrede sonsuz huzuru hissetmeye başlamışken, eğer tek bir salise pişmanlık duyarsa yalnızlığından, tek bir salise tereddüt ederse tercihinden, işte o an kişinin felaketi başlar. Panik acıyı getirir. Bir kuş gibi suyun içinde süzülen vücudu çirkinleşir, gerilir, kıvrılır, kontrolsüzce kasılır. Ve tercih ettiği yalnızlığın içinde kaybolmaktan korkan insanın en büyük acısı olan deliliğin başladığı noktadır. Daracık, nefesin bile zor alındığı, yerin metrelerce altındaki bir dehlizde, tonlarca havayı hatırlayıp nefes almamaya ve kalp krizi getirecek kadar büyük bir panik yaşamaya benzer. İçine adım atıldığında girdaba ayak uydurulur. Kendisine çeken dev hortumla uyumlu şekilde dönmek, yapılması gereken tek doğru harekettir. Kurumuş bir yaprağın lodosa boyun eğmesi gibi, insanda yalnızlığına boyun eğilmedir. Yalnızlığın çelikleşmiş iskeletine karşı çıkmaktansa onda keşfedilmeyi bekleyen binlerce bilinmeyeni aramaya çalışmalıdır. Yalnızlık insanın içindeki gizli mabettir..
Arayışlar insanı yorar. Hele aradıkların, kendi içinde gizlediğin şeylerse yorgunluğun kat kat artar. Bir daha onlarla karşılaşmamak için, bulabildiğin en uzak köşelere gizlediğin şeyleri bir gün yeniden ortaya çıkarmak zorunda kaldığında, onları gizlemek için sarf ettiğin çabanın iki kat fazlasını harcamalısın. Bir de ayak diremeler işin cabası. Önüne çıkması muhtemel şeylerle karşılaşmaya hazır değilsen, endişeyle bekliyorsan, o vakit aramak gürültü kopararak gelen bir ölümü beklemek kadar zorludur.
“Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce Şiir okumayacağım bir süre Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında Gençliğimi anımsamak için Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım”
Kuş
Gözlerimi yumdum gözlerimi açtım Yumdum açtım başımda kuşlar Etrafımda kuşlar Ayak parmaklarıma kadar kuşlar Gözlerim kuşlar ellerim kuşlar El parmaklarımda kuşlar Artık kuş olmalıydım
Reklam
Kuru idik yaş olduk ayak idik baş olduk Kanatlandık kuş olduk uçduk elhamdülillah ... Tapduğ'un tapusunda kul olduk kapısında Yunus miskin çiğ idik pişdik elhamdülillah
‘Hepimiz hepimizin zalimi ve mazlumuyuz.’
Kâğıt, kalem ve senden başka tanrısı olmayan bir yalnızlığı, göğüs kafesinde hohlayıp ısıttığın bir yalnızlığı, yarasını hiç bilmediğin, belki de yarası olmayan insanlara, “bak, bu yara senin de yaran” diye sunarsın. Sonra binlerce ayak, binlerce göz, binlerce ses, senin o has bahçende saygılı, hoyrat dolaşmaya başlar. Bir aynalar pazarı ki, yaşıyoruz işte…
Ellerini Reidin omuzlarına koyarak, yavru bir kuş kuvvetiyle onu geri itti, gözleri yalvarıyordu. Reid, yapamam... Şş, dedi Reid dudaklarının dibinde. Evet, yapabilirsin. Lucienin ellerini çekti, parmaklarını onunkilere geçindi ve başının tam üzerinde tutarak tekrar kendini geri çekti. Kendini onun tam girişinde tutarak fısıldadı, Güven bana. Bu
Sayfa 96
"Günlerce aynı şeyi tekrarladım durdum; Allah'a ve Pey­gamberine ihanet etmeyin. Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Oysa ihaneti içselleştirmiş ve adeta üzerinde şık duran bir aksesuar gibi taşıyan insanların yaşadığı bir kent burası. İha­netin sınırlarını zorlayan insanlarla dolu ortalık . Ailesine, sevgilisine, arkadaşlarına,kendisine, dünyaya, kelimelere,kuşlara ve etrafında, zihninde ne varsa ihanet edebilmeyi do­ğal bir yaşam alışkanlığına dönüştürmüş insanlar topluluğu. İhanet edilmemiş ne kaldı ki? Bu kadarı fazla artık. Bu kadarı çok fazla. Uykusuzluğum artıyordu. Bir türlü bitmeyen ayak sesi gi­bi, sinir bozucu bir ses etrafımda dolanıp duruyordu. Sabaha karşı ancak uyuyordum ve işin garibi iki, üç saat uyumama rağmen bana yetiyordu..."
Reklam
"Arayışlar insanı yorar. Hele aradıkların,kendi içinde gizlediğin şeylerse yorgun­luğun kat kat artar. Bir daha onlarla karşılaşmamak için, bu­labildiğin en uzak köşelere gizlediğin şeyleri bir gün yeniden ortaya çıkarmak zorunda kaldığında, onları gizlemek için sar­fettiğin çabanın iki kat fazlasını harcamalısın. Bir de ayak di­remeler işin cabası..."
Ruh eşimi buldum :)
" Uykusuzluğum artıyordu. Bir türlü bitmeyen ayak sesi gibi, sinir bozucu bir ses etrafımda dolanıp duruyordu. Sabaha karşı ancak uyuyordum ve işin garibi 3 saat uyumama rağmen bana yetiyordu.
13 Kasım'da Boğaz'ın suları epey hareketlidir. Payitahtın önünde demirlemiş onlarca düşman gemisi nedeniyle deniz trafiği de bir süreliğine durdurulmuştur. Bu nedenle cepheden döndüğünde Paşa, Haydarpaşa'da bir müddet beklemek zorunda kalacaktır. Kadim Osmanlı başkentinde kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. İstanbullular, Boğaz'daki gemileri görmemek için başları önde, hızlı hızlı yürümektedir. Paşa, kendisini götürecek istimbotu beklerken yanındakilerin kederine de tanık olmaktadır. İşte o anda, belki de sigarasından derin bir nefes çektikten hemen sonra, yaveri Cevat Abbas'a tarihe bir kararlılık ve dirayet nişanı olarak geçecek o sözleri sarf edecektir: "Endişelenme, geldikleri gibi giderler!" Nitekim tam da öyle olmuştur. İhanet, kan ve gözyaşıyla geçen beş yılın sonunda İstanbul tekrar Türklerin eline geçecektir, her ne kadar onu teslim almaya gelen, Milli Mücadele karşıtlarının tavrı yüzünden bir zamanlar âşık olduğu bu şehre artık küs olan Mustafa Kemal değil, Refet Bele olacaksa da...