Medeniyet, bilhâssa anneliği aşağılamıştır. Hiç tereddüt etmeden satıcı, manken, eğitici (diğer çocuklara), sekreter, temizlikçi gibi meslekleri annelik vazifesine tercih etmiştir. Medeniyet, anneliği kölelik ilan etmiş ve kadına bundan kurtuluş vadetmiştir. Medeniyet, kaç kadını aileden ve çocuktan ayırarak( ona göre özgürleştirerek) bir memur ya da işçi yaptığı ile ilgili bilgileri büyük bir gururla ilan etmektedir. Bunun tam tersine bütün kültür, ezelden beri anneyi yüceltmiştir. Anneyi bir sembol, bir sır, kutsal bir varlık addetmiştir. Kreşlerle birlikte huzur evleri de gelmektedir. İkisi de aynı düzenin bir parçasıdır ve aynı çözümün iki ayrı aşamasını temsil etmektedir. Kreşler ve huzurevleri suni doğumu ve suni ölümü çağrıştırmaktadır. İkisinin de özelliği konforunu ön planda olması, sevgi ve sıcaklığın bertaraf edilmesidir. İkisi de aileye muhalif konumda yer almakta ve insan hayatında kadının rolünün değişmesinin bir sonucu olarak karşınızda durmaktadır. İkisinin de ortak öncülü anne babalık ilişkisini adım adım bertaraf etmektir. Çocuklar kreşte anne babasızdır, huzurevlerinde anne babalar evlatsızdır. İkisi de medeniyetin 'harikulade(!)' ürünlerdir ve her ütopyanın idealidir.
Medeniyet bilhassa anneliği aşağılamıştır. Hiç tereddüt etmeden, satıcı, manken, eğitici, sekreter, temizlikçi gibi meslekleri annelik vazifesine tercih etmiştir. Medeniyet anneliği kölelik ilan etmiş ve kadına bundan kurtuluş vadetmiştir. Medeniyet, kaç kadını aileden ve çocuktan ayırarak (ona göre” özgürleştirerek”) bir memur ya da işçi yaptığı ile ilgili bilgileri büyük bir gururla ilan etmektedir. Bunun tam tersi bütün kültür ezelden beri anneyi yüceltmiştir. Anneyi bir sembol, bir sır, kutsal bir varlık olarak addetmiştir. En güzel mısralarını, en dokunaklı tonlarını, en hoş tablo ve heykellerini ona adamıştır.
Aslında İslâm hiç kimseye doğuştan bir ayrıcalık vermez. Günümüzdeki "Ehl-i Beyt" kavramı bile Yahudilikteki seçilmiş kavim inancının bir benzeridir. İslam'da seçilmiş, kutsal bir aile yoktur. "En üstün olanınız Allah'tan en çok sakınanızdır" [Hucurat/13] ayetinin bildirdiğine göre, İnsanı bir diğerinden üstün kılan yönü; ilmi, ameli ve güzel davranışlarıdır. Yine "Her insan ancak çalıştığının/yaptığının karşılığını alır" [Necm/39]. Herkesin saygınlığı yapıklarına bağlıdır. Peygamber de dâhil olmak üzere hiçbir aile, sülale ayrıcalıklı değildir. Peygambere yakın olmanın onun sülalesine mensup olmakla alakası yoktur. Nitekim Nuh'un iman etmeyen oğlu için Allah "o senin oğlun değildir" [Hud /45-6] buyurmuştur.
Günümüzde şeyhlere yapılan muamele insanüstü muamelesidir. Onlar günahsız, yanılmaz, kutsal ruhanilerdir. Ne dilerlerse dilesinler, duaları asla boş çevrilmez, aynı anda birçok yerde bulunabilir ve binlerce müridinin sıkıntısını giderebilir. Hâşâ onlara yürüyen ilah nazarıyla bakılmaktadır. Kadim Yunanlılarda nasıl en büyük tanrı Zeus'un riyasetinde bir "tanrılar panteonu" varsa, bu tanrılar kâinatın yönetimini kendi aralarında paylaşmışlarsa, bu kimselere göre de Allah kâinatı gavs, insan-ı kâmil, kutub, ricâlü'l-gayb gibi alt tanrılarla birlikte yönetmektedir. Allah ise, Resulüne şunu emretmektedir: "De ki; Ben - Allah'ın dilemesi hariç- kendime bile bir fayda ve zarar vermeye mâlik/muktedir değilim." Kur'ân'daki din nerede? Tasavvufçuların dini nerede? Koca Peygamber değil başkalarına, kendine bile fayda ve zarar veremezken, bizim yüzlerce sene ölmüş şeyhlerimiz aynı anda binlerce insanın belasını savıyor, sıkıntılarını giderebiliyor.
"Dergâhta bulunan Türk bayrağını kutsal sayarak vatanı milleti sevmenin imandan geldiğini söylerdi. Çanakkale'de şehit olan askerlerin bu dergâhlardan yetiştiklerini, bu bayrağı devam ettirmemiz gerektiğini, taraf-ı ilahi yani Allah adına çalışmamız gerektiğini anlatırdı."
Gözünün önündeki yıldızlar kaybolurken Lucie ayağa kalktı, yavaşça geri çekildi ve parmaklarını giydiği gömleğin açık yakasında dolaştırmaya başladı.
Şimdi neyin peşindesin kadın?
Seninle ilgilendim. Yatağının tam karşısındaki makyaj ttasasının önündeki ahşap banka hafif cilveli bir şekilde oturdu. Şimdi de kendimle ilgileneceğim.
Sanırım o
Kişilik kaybolur, yüz silinir, genç ya da moruk, güzel ya da çirkin, hepsi anlamsız bir değişikliğe uğrardı; her kadının arkasında Aphrodite'in onurlu, kutsal ve sır dolu yüzü belirirdi.
Zorba bu yüzü görür, bununla konuşur, bunu isterdi...
Günümüzde şeyhlere yapılan muamele insanüstü muamelesidir. Onlar günahsız, yanılmaz, kutsal ruhanilerdir. Ne dilerlerse dilesinler, duaları asla boş çevrilmez, aynı anda birçok yerde bulunabilir ve binlerce müridinin sıkıntısını giderebilir.
Hıristiyanlığın asıl kurucusunun Pavlus (Saint Paul) olduğu,batılı ve doğulu birçok araştırmacı tarafından dillendirilmektedir. Bu dünyanın tanrısının Şeytan olduğunu ve şeytanî güçlerin dünyaya hâkim olduğunu savunan Pavlus teslis (üçleme: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) inancının da mimarıdır. Tarihsel olan Hz. İsa Mesih'in bu tür inançlardan beri olduğu Kur'an'da açıkça dile getirilmiştir. Hıristiyan veya farklı inanca sahip kişilerden tarafsız araştırma yapanların da kabul ettiği gibi "Tarihsel İsa" kendini "insanoğlu" ve "Peygamber" diye nitelemekteydi. Hz. İsa'nın "Allah'tan başkasına kulluk etmemek" üzerine ilan ettiği inancı hükümdarlara (otoriteye) itaat ve çeşitli sır (gnostik) dinler ve pagan inançlardan alınanlarla batıl fikirler çerçevesine aktaran Pavlus gerçek İsevî inancı değiştirmiştir. Papa'lar kendilerini Hz. İsa'nın halefi olarak kabul edilen Simon Petrus'un (Saint Peter-Şem'unu's-Safa) halefleri olarak gösterseler de tarihsel veriler Roma Katolik mezhebinin Pavlus'tan beslendiği kesindir. Dinî lider olan da Papa'nın dünyanın lideri de olması gerektiğine dair ilk ortaya atılan inanç Pavlus'un düşüncelerine birebir uymasa da ondan esinlenilmiş olmalıdır.
Chambord Kontu (V. Henri) olayını hatırlıyor musunuz? Bu da bir kral, lejitimist [iktidarın meşruluğunu soya dayandıran monarşi taraftarı]... İspanya'da Don Carlos'un yaptığı gibi, o da aynı dönemde Fransa'da iktidar arayışına girmişti. Hatta birbirlerini aynı aileden, aynı kökten sayabilirler, ama ne kadar farklı! Biri inançlarına
Ürdün monarşisi, Ortadoğu'daki çıkarlarına hizmet etmesi için İngilizler tarafından kuruldu. Diğer Arap monarşileri gibi, o da Peygamber soyundan geldiğini ilan etti -onunki, İslâmiyetin Mekke'de yayılışı sırasında Kureyş kabilesine mensup olan Beni Hâşim soyundan geliyor. Bu yüzden, ülke Ürdün Haşimî Krallığı ismini taşımaktadır (1950'ye kadar ise Transürdün olarak biliniyordu).
Ürdün monarşisi doğuşunu İngilizlere borçluydu, zira krallık can çekişen Osmanlı imparatorluğunun dağılan parçalarından birisi oldu. Şerif Hüseyin b. Ali Hicaz'ın Arap yöneticisiydi ve Osmanlılar idaresindeki Mekke kutsal beldelerinin muhafızıydı. Türkler Birinci Dünya Savaşında Almanların yanında yer alınca, Şerif doğru adımı doğru zamanda atmaya karar verdi. Mısır'da İngiliz Yüksek Komisyoneri Lord Kitchener ile oğlu Abdullah vasıtasıyla temasa geçti, istediği, Türklere karşı ve Hâşimî yönetiminde bir Arap imparatorluğunun kurulmasına destek sağlamaktı. Kitchener'ın halefi Sir Henry McMahon bu diyalogu devam ettirdi.
Ingilizlerin bazı üstü kapalı taahhütleri üzerine, Şerif Hüseyin Arapları harekete geçirdi ve 5 Haziran 1916 da Türklere savaş ilan etti. Oğlu Faysal, Albay T.E. Lawrence ile Türk garnizonlarına saldırdı ve Suriye'de gerilla savaşına girişti. Onların baskınları, General Allenby'ın 1917 Aralık'ında Kudüs'ü almasını kolaylaştırdı, buna karşılık Faysal 29 Ekim 1918'de Türkleri ülkeden çıkarttı ve kendisini kral ilan etti.