Güçlü bir bakış, ulaştığı yeri yakardı. Hatta güneşi bile yakabilirdi. Peki o zaman Gertrudis bir yıldıza baksa ne olurdu acaba? Aşk için yanan vücudundan yayılan sıcaklık, onun bakışları aracılığıyla enerjisini hiç kaybetmeden uzayın sonsuz boşluklarından geçip bakmakta olduğu yıldıza depo edilirdi. O büyük yıldızlar dünyadaki bütün âşıkların yakıcı bakışlarının hepsini depo etmedikleri için milyonlarca yıldan beri yerlerinde duruyorlardı. Öyle olmasa içlerinde biriken sıcaklık onları patlatarak binlerce parçaya bölerdi. Kendilerine yönelmiş bakışları ânında yeryüzüne geri yansıtırlardı. Tıpkı bir aynanın ışığı yansıtması gibi. Bunun için de geceleri bu kadar parlak görünürlerdi.
Sayfa 65
Elleriyle ne yapacağına asla kendisi karar vermemişti. Şimdi elleri ne isterlerse yapabilir ne isterlerse olabilirdi. Kuş bile olabilirlerdi belki! Ah, keşke kuş olabilseler, onu da sürükleyerek yükseklerde uçsalar, uzaklara, gidebildikleri kadar uzaklara götürseler!
Sayfa 105
Reklam
Pencereye yaklaştı, ellerini gökyüzüne doğru uzattı. Kendinden kaçmak istiyordu. Bir şey düşünmek, bir şeye karar vermek, konuşmak zorunda kalmak istemiyordu. Ağzından çıkacak sözcüklerin, içindeki acıyı haykırmasından korkuyordu.
Sayfa 105
"Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen, sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. Ona besin sağlayacak tek kaynağın terk ettiği, soğuktan titreyen o vücutta olduğunu bilmez."
Sayfa 110
...çocuklukta bir şey dilemenin ne kadar kolay olduğunu düşünüyordu. O zamanlar imkânsız diye bir şey yoktu. İnsan büyüyünce anlıyordu ki her şey dilenemezdi: Bazı şeyler yasaktı, günahtı ya da ahlaka sığmazdı. Peki ama ahlak neydi? Samimiyetle sevdiği her şeyden vazgeçmek mi? Keşke hiç büyümeseydi.
Sayfa 160
...bir tek gerçek vardır, o da gerçek diye bir şey olmadığıdır!
Sayfa 171
Reklam
1,000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.