Aksine; Fenerbahçe’yi severken,
onları daha da güzel tanıdım. Lefter’in Fenerbahçe sevgisinden dolayı boş kağıda imza atıp normalde kazanacağı paranın kat be kat altında bir ücrete oynamasını; Süleyman Seba’nın “Çok üzüntülerimiz oldu, hepsini
yuttuk, oturduk. Yalnız, Beşiktaş’ı üzmesinler.” diyerek hayatını Beşiktaş’a feda etmesini; Metin Oktay’ın kendisini transfer etmek isteyen Fenerbahçe başkanı Müslüm Bağcılar’ın önüne “rakamı sen yaz” diyerek koyduğu açık çeki “Bizi sevenlere ihanet etmeyelim baba,"
diyerek geri çevirmesini hep Fenerbahçe’yi severken öğrendim.
Futbol, sanıldığı gibi 90 dakikalık bir kavga – gürültü değil aslında, daha fazlası… Futbol, Türkiye gibi; tüm farklılıklarıyla bir arada ve çok güzel!
Fikret, öylesine iyi bir eğitimciydi ki kendisine maarif bakanlığı teklif edilmiş ama o lise müdürlüğünü tercih etmişti. Öğrencilerle daha yakın durmak için.
Popülerlik, ün, şöhret için kendimi asla tüketmem. Bu sadece popülerlik için değil her konudaki bakış açım. Beni tanıyanlar ve çevrem bilir: Huzur ve ağız tadı, bunlar önceliğim...
Aklımızı, ruhumuzu beslemeye, kendimize küçük sığınaklar oluşturup ara sıra kaçmaya
ve yenilenmeye ihtiyacımız var. Yeni şeyler öğrenmeye, bildiklerimizi başka yorumlarla
yeniden dinlemeye, görmeye, deneyimlemeye ihtiyacımız var. Mesela gökyüzünün mavi olduğunu bir kez de Ahmet Hamdi Tanpınar’la görmeye ihtiyacımız var. Yıldızların şeklini Miro’yla yeniden keşfetmeye, ne bileyim belki de Ahmet Ümit ile Beyoğlu’nun arka sokaklarında dolaşmaya ihtiyacımız var.
Güzel bir resme bakmak, konuştuğumuz dili iyi bir oyuncunun sesinden duymak, iyi bir yazarın kaleminden okumak beynimizin yenilenmesine, mutluluk hormonu salgılamamıza neden olur. İyileştirir bizi.