Leningrad kuşatması esnasında da buna benzer bir yara almıştım. Şarapnel parçasının düştüğü yerden savrulan bir ağaç kıymığı (veya diken de olabilir net hatırlamıyorum, zaten komünizmin mücadele tarihinde böyle ayrıntıların çok da önemi yok) gelip avuç içime batmıştı. Cephedeki yoldaşlarım büyük bir paniğe kapılmıştı (bazı emperyalist işbirlikçisi tarihçiler bu paniğe benim sebep olduğumu, kopardığım feryadın, figanın ve neredeyse kuşatmayı yarıp sağlık ve tıp alanındaki üstün Alman teknolojisinden faydalanmak için Almanların tarafına geçmeye çalıştığımı yazmışlardır ama hakikat bu değildir. Doğrusu şudur; Almanların tarafına bir elçi yollayıp revirlerinde ne gibi cerrahi müdahaleler için donanım bulunduğunu merakımdan sormuşumdur.). Fedai duruşum ve soğukkanlı tavırlarım sayesinde yoldaşlarım arasındaki bu panik halini dağıtmayı başardım. Ardından Petersburg’daki bir klinikte kısa süreli (5 aylık) bir tedaviden sonra faşizme karşı mücadeleye kaldığım yerden devam ettim. Demem o ki hayatta böyle ölümün kıyısında gezinmek de yaşama dairdir ve bizi biz yapan şeydir.