Xatırxwestın

Tifo/ Eberty-Gaffky Basili/ Widal Testi
1894 yılının Nisan ayında nihayet önemli bir ilerleme kaydedildi. Max von Gruber’in Viyana'daki laboratuvarında, Herbert Durham ve Albert Grunbaum adlı iki Britanyalı öğrenci, tifo hastalarından kan serumu alıp; bu serumu, içinde Eberth-Gaffky basili solüsyonu bulunan test tüplerine boşalttılar. Bakterilerin hemen kıvamlı kümecikler oluşturduğunu görmek onları iyice şaşırttı. Daha sonra yapılan araştırmalar, serumun başka hiçbir mikrop türü üzerinde bu etkiyi yapmadığını ortaya koydu. Durham ve Grunbaum, Eberth- Gaffky basilinin, konakçılarının içinde, belirli bağışıklık proteinlerinin üretimini tetiklediği sonucuna vardılar. Bu proteinlerin işlevi istilacı bakterileri bir araya yığarak etkisiz hale getirmektir. Eberth-Gaffky basilinin olduğu test tüplerinin içine enjekte edilen serumda bağışıklık proteinleri mevcuttu ve orada da vücuttaki etkilerinin aynısını yapıyorlardı.Durham ve Grunbaum sonuçlarını yayımlamadan önce Fransız bilim insanı Georges Fernand Widal benzer bir yöntemle elde ettiği sonuçları bildirmişti. Böylece ikili bu konudaki önceliklerini kaybetmiş oldu ancak Widal testinin yaygınlaşmasıyla tifo araştırmalarındaki tıkanma kesin olarak aşılmış oldu
Reklam
Mikrop Kuramının 1850'ye kadar varoluşunu sürdüren nedenleri
1850’de mikrop kuramcılarının daha yapacakları çok şey vardı. Hâlâ, mikropların iç hastalıklara yol açtığını gösteren çok inandırıcı kanıtlar bulunamamıştı. Mikropların vücut dışında çürümeye yol açtığı bile daha kanıtlanamamıştı; zararsız bakteriler hakkında, Leeuwenhoek’un “küçük hayvanlarının” muhtemelen hastalığa yol açamayacağını ima eden bir sürü gözlem vardı. Dolayısıyla mikrop kuramcılarının aşması gereken belli başlı zorluklar şunlardı: Birincisi, kendiliğinden türeme kuramını alt etmek; İkincisi, belirli mikropların konakçılarında hep aynı hastalığa yol açtığını kanıtlamak
Fransızlar hastane tıbbında öncü konumdaydılar ancak 1830’ların sonlarına doğru Almanlar bir dizi benzersiz araştırma laboratuvarını kurarak bu alandaki liderliği ele geçirdi. Johannes Müller, Jacob Henle ve Justus von Liebig’in idare ettiği bu laboratuvarlar kısa zamanda bütün dünyanın gıptayla baktığı yerler hâline geldi. Sonuç olarak, bu laboratuvar devrimi zamanla Kuzey Amerika’ya ve Avrupa’nın geri kalanına da yayıldı

Reader Follow Recommendations

See All
Eskiden taze ceset bulmak tıp öğrencileri için kolay bir şey değildi. Cerrahlar eskiden anatomi derslerinde kullanmak üzere hükümlülerin cesetlerini satın alabilme umuduyla infaz alanlarında dolaşıp dururlardı. Bazıları da mezarlıkları talan etmeleri için “dirilticilere” yüklüce paralar ödemek zorunda kalıyorlardı. Bütün bunlar 1700’lü yılların sonlarına doğru hastane bakım ücretlerini ödeyemeyen hastaların gönüllü veya gönülsüzce bedenlerini tıp bilimine bırakmasıyla değişti. Her yıl yüzlerce kadavrayı kesip biçme lüksüne kavuşan doktorlar hastalıkları daha yakından incelemeye başladılar. Hem gerçek hem de mecazi anlamda araştırmaları her zamankinden daha derine iniyordu
18. yüzyılda zengin hastalar doktorlarının entelektüel anlamda kendilerine denk olmalarını istiyorlardı -kendilerinden üstün değil. Ancak bu kısa bir süre sonra değişecekti. En iyi doktorların çoğunun hastalarından koparılması, maaşa bağlanması ve binlerce yoksul hastaya bakmak durumunda kalmaları doktor-hasta ilişkisini köklü olarak
Reklam
Geri15
83 öğeden 76 ile 83 arasındakiler gösteriliyor.